30 Mart 2015 Pazartesi

Camino'nun Mucizesi

Blogumu açmamdaki esas amaç, El Camino de Santiago'nun bütün detaylarını vermek, benden sonra yapabilecek insanlara yardım etmekti. Aylar boyunca yaptığım araştırmalar sonucunda hiç Türkçe kaynak bulunmadığının farkına varmıştım. Bu süreç geçen haftaya kadar devam etti ve bir "mucize" oldu.

İnternetten yabancı rehber kitap sipariş etsem mi diye düşünürken, en meşhur kaynaklardan biri olan John Brierley'in kitabına baktım. Fiyatı içimi sızlattı. O sırada acaba Türkiye'de bulabilir miyim kitabı ya da başka bir kaynağın PDF hali var mıdır diye Google'ın altından girip üstünden çıkıyordum ki karşıma bu mucize denk geldi. Camino de Santiago üzerine bir kitap yazılmıştı!

Acaba nasıl bir kitap, kaynak mı, anı mı, roman mı diye bakarken yazarın çıktığı bir televizyon programına denk geldim ve onu izlemeye başladım. Ve o sırada karar vermiştim bile. Yazar ile iletişime geçmeliydim.


Rıza Keskin

Yaptığım araştırmanın ardından Rıza Bey'e ulaştım ve hemen kendisine bir mesaj attım. O da ne? Bir mucize daha. Rıza Bey ikinci kere Santiago'ya doğru yoldaydı. Kendisi inanılmaz kibar bir bey, aklıma takılan bir konuya günün yorgunluğuna rağmen hemen cevap verdi. "Buen camino" dileklerimi iletip bir adım da benim için atmasını söyledim.

Camino'nun Mucizesi

Ertesi gün Taksim'e Rıza Bey'in kitabını almaya ve belki bir sahafta olur, Camino de Santiago'nun ne olduğunu biliyordur da, elinin altında kalmış bir kaynak kitap olur ümidiyle gittim. Bütün kitapçıların ve sahafların altını üstüne getirdim ama nafile. Kaynak olmaması değildi beni üzen, gözlerime boş boş bakmaları ve El Camino'nun ne olduğunu birinin bile bilmemesiydi... Bazılarına ne olduğunu açıklamam da fayda etmedi. Aldığım en güzel cevap "E bir şey daha öğrendik." olmuştu.

Yolumu değiştirip aradığım kitabın olduğunu bildiğim bir kitapçıya gittim. Artık mucizeyi ellerimle tutabilecektim. Rafların arasında uzun aramalardan sonra sonunda bulabildiler ve hemen istediğim kitabı aldım. Dönüş yolunda okumaya başlamıştım bile...

Camino'nun Mucizesi roman tadında yazılmış, içinde çok güzel anıların, yaşananların ve bilgilerin olduğu bir kitap. Camino maceralarının nasıl olabileceğine dair güzel betimlemeler içermekte. Okurken kendimi kaybedip orada olduğumu bile düşündüm. Sürükleyici ve olayları anlatıcının gözünden yansıtan bir eser olmuş. Yazarın ellerine sağlık.

Yazarın kitapta anlattığı rota olan, Camino Frances, nam-ı diğer Fransız Yolu

Paris'ten aktarmalı olarak Biarritz'e geçen hikayenin esas kahramanı Tigin'in, Fransız Yolu boyunca nelerle karşılaştığını, nasıl mucizelere tanık olduğunu okuyacaksınız. Saint Jean Pied de Port'tan başlayan yolculuğu, Santiago de Compostela şehrine kadar devam ediyor.

Camino de Santiago boyunca neler yaşayabileceğinizi merak mı ediyorsunuz? Camino'nun Mucizesi'ni okumanız yeterli.

Daha fazla bilgi vermek istemiyorum açıkçası. Fırsatı olan ve Camino'ya merakı olan herkesin bu kitabı okuması gerektiğine inanıyorum.

Rıza Bey'in açtığı yoldan, Camino de Santiago'yu daha detaylı olarak anlatmak da bana düşüyor artık.

Camino'ya Nereden Başlanır, Nereye Gidilir

Camino sizin istediğiniz yerden başlıyor. İsterseniz evinizin kapısından, ister Dünya'nın öbür ucundan. 2013'te Kudüs'ten yola başlayıp da bitiren iki kişi var mesela. Ne kadar ilerlemek istediğiniz de size kalmış. Her sene işlerinden ya da diğer sebeplerden ötürü her yıl yolun belirli bir parçasını yürüyüp de en sonunda bitirenler var.

Yolun sonundaki Santiago de Compostela şehrine ulaşan peregrinolara (hacılar) verilen compostela belgesini almak için, en az 100 kilometrelik yolu tamamlamanız gerekmekte.

İstediğiniz şekilde ulaşabilseniz de, günümüzde belirlenmiş ve işaretlenmiş birkaç parkur mevcut. Yolların hepsi Santiago de Compostela şehrinde sona erer. Tabi devam etmek isterseniz eğer, Fisterra ve Muxia seçenekleri var.

En meşhur rotalar:

Camino Frances - Fransız Yolu: St Jean Pied de Port şehrinden başlayan ve 769 km süren parkurdur. En çok tercih edilen yoldur.

Camino Portuges - Portekiz Yolu: Lizbon'dan başlayarak Porto üzerinden devam eder. 610 km süren parkur, düz bir rota olması sebebiyle tercih görür.

Camino del Norte + Camino Primitivo - Kuzey Yolu + Orijinal Yol: En eski rotalardan biridir. Ulaşımın zor olduğu zamanlarda denizden gelen peregrinolar, bu rota üzerinden seyahatlerine devam ederlermiş. Rota toplamda 825 km'dir.

Camino Fisterra - Fisterra Yolu: Santiago de Compostela'ya ulaşan peregrinolar, burada durmak istemezlerse eğer, zamanında Dünya'nın bittiğini düşündükleri yer olan Fisterra'ya kadar devam ediyorlar. Yol yaklaşık 90 km daha uzuyor bu şekilde.

El Camino de Santiago Nedir

Ülkemizde çok az insanın bildiği bir yoldur Camino de Santiago... Özetle anlatmak gerekirse eğer, ne kadar süreceğine senin karar verdiğin, en meşhur rotası olan Fransız Yolu'nun ise 800 kilometre olduğu, bitirdiğinizde Santiago de Compostela şehrinde "Compostela" adında bir sertifika verilen yürüyüş rotası ve esasen, hac yoludur.

El Camino'nun rotaları
Benim de blogu açmama sebep işte burada başladı. Bir çok Türk gezgini, Avrupa ve Dünya seyahatleri hakkında yazı hazırlarken, sadece duyan bir kısmı Camino'nun ne olduğundan bahsetmişler, maalesef yapanlar ise anlatmamışlar. Tabi bir de "kim yaptı ki anlatsın" diye düşünmek gerekiyor. Camino'nun resmi sitesi her sene kaç kişinin nasıl, nereden, hangi şekilde yürüdüğünü içeren istatistikler sunmakta. Buna göre;

2004'ten 2013'e kadar sadece 135 Türk Camino'yu bitirerek Compostela adı verilen belgeyi almış. (Güncelleme: 2014 yılında 35, 2015 yılında biri de ben olmak üzere 27 Türk Compostela'yı almış.)

Bu rakamlardan kaç Türk'ün bilgi sahibi olduğunu anlayabilirsiniz aslında. Toplamda ise, her sene bu yolu ortalama 200000 insan bitirmekte.

Camino'yu, 2012 yılında Interrail üzerine araştırmalarımı yaparken, Charlie Sheen'in babası olan Martin Sheen'in bir filmine denk gelerek öğrendim. Filmin ismi "The Way". Filmin ismi ve konusu birbiri ile bağlantılı, çünkü "camino", "yol" demek.

Tarihte Hristiyan rahiplerinin, Aziz Santiago'nun mezarının olduğuna inandıkları yer olan Santiago de Compostela şehrine gitmeleri ile başlamış hikaye. Avrupa'nın çeşitli yerlerinden gelen bu insanlar, izledikleri rotalar ile yolu şekillendirmişler. Günümüzde ise ruhani, kişisel, kültürel sebeplerle peregrinolar her sene Santiago de Compostela şehrine akın ediyorlar.

Yolun sonunda ise bir mucize olacağına inanılmakta. Her peregrino, isteklerinin kabul olacağını düşündüğü için bu yolculuğa çıkmakta. Ancak mucizeler yolun sonunda değil, yolun ta kendisinde. Yol sırasında herkes din, dil, ırk demeden birbirine yardımcı oluyor. Etrafınızda göreceğiniz her insan, hedefe doğru ilerleyen herkesi kendi ailesi gibi görmekte.

Çoğu pilgrim bu seyahati tek başına gerçekleştiriyor. İnsanı arındırdığı, iç hesaplaşmasını yaptırdığı, bitirdiğinizde ise hayattaki en büyük zorluklarının bile üstesinden gelebileceklerinin farkına vardıklarını söylemekteler.

Her sene peregrinoların çoğu yürüyerek yapsalar da, caminoyu bisikletle, at üstünde veya tekerlekli sandalye ile de tamamlayabiliyorsunuz. Yeter ki araba, otobüs gibi araçları kullanmayın.

En meşhur rota olan Camino de Frances
Peki ya Hristiyan hac yolunda diğer dinlerden insanların işi ne derseniz eğer, herkesin kendi amacı olduğunu, tüm dinlerin mensuplarının bu yolu yürüyebileceğini, günümüzde kültürel bir seyahat olarak da kabul gördüğünü söylemem lazım.

Avrupalıların Türklere Bakış Açısı 2

Floransa'da Türk bayrağı
Avrupalıların Türklere Bakış Açısı 1'de genel olarak bana sorulan sorulardan bahsetmiştim. Bu yazıda ise yaşadığım olaylardan bazılarını anlatacağım.

Atatürk: Couchsurfing ile evinde kaldığım bir Hollandalı'nın duvarında Atatürk'ün çok fazla bilinmeyen bir resmi asılıydı. Ona, resimdekinin kim olduğunu sorduğumda, bilmediğini, resmi babasının yıllar evvel astığını söylemişti. Resimdekinin Atatürk olduğunu söyledim ve hakkında bilgisi olup olmadığını sordum. İsmini ve nasıl biri olduğunu bildiğini ama resmini bilmediğini, kendisinin ulusunu kurtaran bir lider, çok iyi bir asker ve bir diktatör olarak bildiğini söylemişti.

Türk tarihi: Çok sevdiğim Sırp bir arkadaşım ile İspanya'nın Katalonya bölgesinde seviyeli bir siyasi muhabbete girişmiştik. Katalanların bağımsızlık isteklerinden, Dünya ve Orta Doğu'nun son durumuna, oradan da Osmanlı'ya döndü konu. Osmanlı hakkında bilgisinin fazla olduğunu farkettiğimde, nereden öğrendiğini sorduğum. Üniversitede bu konu ile alakalı seçmeli bir ders aldığını söylemişti.


Benzer olan yemeklerimizden, ortak kelimelerimize, oradan da Türk dizilerinin Sırbistan'da çok meşhur olmasına döndü muhabbet. Meğer herkes oturup Muhteşem Yüzyıl'ı izliyormuş Sırbistan'da. O sırada bana bu paragrafı yazmama sebep olan soruyu sordu. "Osmanlı tarihinde Sırbistan nasıl anlatılıyor?" Ona birkaç bilgi verdikten sonra, hoşgörü politikasından ve dini yaşama özgürlüğünden bahsettim. Aldığım cevabı ise hala arada düşünüyorum. "Sadece zenginler Hristiyan olarak kalabildi. Alınan vergi (cizye) o kadar yüksekti ki, çok az insan bunu ödeyebiliyordu. Kalanlar da ya Müslüman olmak, ya da başka yerlere taşınmak zorunda kaldılar.

Spor: Sıkı bir Galatasaray taraftarı olmam ve hayatımda ayak bastığım ilk AB ülkesinin İtalya olmasından dolayı, bu fırsatı değerlendirmek istedim. Acaba Fatih Terim bize anlatılan kadar tanınıyor muydu? Farklı şehirlerde 10-15 kişiye dilim döndüğü kadar, "sinyor Terim, grande Terim" diye haykırdım. Sadece Floransa'da bir restoranın sahibi Fatih Terim'i biliyordu. O da Napoli taraftarıydı. Kalan herkes, ne diyor bu adam diye yüzüme baktılar.

Güncel Türk sanatı, sanatçıları: Bordeaux'da evinde kaldığım Fransız bir kız ile film ve müzik hakkında konuşurken bildiğin Türk var mı diye sordum. Kimseyi bilmiyordu, isimleri saymam bile fayda etmemişti. Ancak Jullouville diye bir ufak Normandiya kasabasında katıldığım ev partisinde, davetli olan 10 insandan 5'i Türkiye'ye gelmiş, 2'si üniversitelerde okumak için uzun süre burada kalmıştı. Gecenin ilerleyen saatlerinde ise Tarkan'dan Kuzu Kuzu'yu açarak bana büyük bir sürpriz yaptılar. Evdeki herkes bir anda göbek atmaya başlaması da cabası... Paris'te çamaşırhanede tanıştığım bir Bosnalı ise, sıkı bir Ferzan Özpetek ve Nuri Bilge Ceylan hayranıydı.

Biber dolmasını afiyetle yiyen Avrupalılar
Kültürü aktarmamdan örnekler: Çalışma kampında herkes ülkelerine ait bir şarkıyı seslendirdiler. Ben ise "Manda Yuva Yapmış Söğüt Dalına" türkümüzü söyledim. Herkes tempo tuttu, benimle beraber oynayanlar oldu ve bittiğinde de büyük bir alkış tufanı koptu. Başka bir etkinlikte ise, onar kişilik takımlardan oluşan karma takımlara uzun eşek oynattım. Çabaları görmeye değerdi.

Türk mutfağı: Üç farklı yerde üç farklı insanın börek diye ağlamasına şahit oldum. Biri hatta tarifini istedi, İngilice'ye tercüme ettim. Evinde kaldığım Hollandalı bir öğrenci ise, benden geleneksel birşeyler getirmemi istedi, lokum götürdüm. Ağzının suları aka aka yedi lokumları. Evlerinde kaldığım insanların bazıları ise bizim yemeklerimizden yeme fırsatını da buldular. Tavuk sote, pilav ve biber dolmasını afiyetle yedi Avrupalılar.

Not: Eğer bilinçsiz olarak birini üzdüysem veya birine saygısızlık ettiysem lütfen haber verin. Yaşadığım başka olaylar olsa da, sadece bazılarını anlattım sizlere. Yazdıklarım sadece karşımdaki insanların bana aktardıklarıdır, karşılık olarak verdiğim cevaplar dahil değildir. Yazıda geçen bazı görüşler sadece tanıştığım insanların düşünceleridir, bir millete mal edilmesi yanlış olur.

Avrupalıların Türklere Bakış Açısı 1

Ruslar yerel danslarımıza yatkınlarmış da haberimiz yokmuş
Parc Guell - Barcelona
Bu konuyu sizlerle tamamen yaşadığım olaylar üzerinden anlatmak istiyorum. Avrupa'da Türkler nasıl tanınıyor, gördüğüm kadarı ile aktaracağım. İlk kısımda genel olarak bana sorulan sorulara, ikinci kısımda ise, yaşadığım bazı olayları okuyabilirsiniz.

Seyahatlerim sırasında çok fazla insan ile tanıştım. Adını bile bilmediğim insanlarla saatlerce muhabbet ettim. Türk olduğumu söylediğimde çoğunun yüzünde aynı ifadeye denk geldim: "şaşkınlık". Kalan kesim "olabilir" diyerek normal karşılarken, şaşkın olanlar; aralarında çok anormal sorular olan öğrenmek istedikleri bazı konuları bana sordular.

Sarışın Türk olur mu? Bazı insanlara hangi ülkeden olduğumu söylemeden, tahmin etmelerini istedim. Genel olarak Alman, İtalyan, Fransız cevaplarını aldım. Nereli olduğumu söylediğim bir çok kişi, bunun imkanı olmadığını, sarışın Türk olup olmadığını sordular ki, karşılarında canlı kanıt bulunuyordu. Her çeşit saç ve göz renginde insanın Türkiye'de yaşadığını söylediğimde ise, şaşkınlıkları bir kat daha artıyordu.

Ülkenizde insanlar nasıl giyiniyor? Bu soru ile birkaç sefer karşılaşmama rağmen, size bir Alman ile olan anımı anlatmak istiyorum. "Erkekler fes veya namaz takkesi, kadınlar da sadece siyah çarşaf ile mi dolaşıyorlar?" diye bir soru yöneltti bana. Ona, benim ve yanımdaki arkadaşımın Türk olduğunu, tamamen onun gibi göründüğümüzü söylediğimde ise; bizi bu şekilde görüp şaşırdığını, o yüzden merak ettiği bir konuyu sormak istediğini söyledi. Ona, Türkiye'de herkesin dilediği gibi giyindiğini ve genel olarak da kıyafet tercihlerine herkesin saygılı olduğunu anlatmaya çalıştım.

Bir Türk'e göre nasıl bu kadar açık görüşlüsün? Bir kişilik özelliğini, milliyet üzerinden bağdaştırmaları bana da saçma gelse de, kişiden kişiye göre değişebileceğini, Türkiye'de olduğu gibi Dünya'da da aynı örnekler olabileceğini anlatmaya çalıştım.

Gezi Parkı'nda ne oldu? Gezi zamanından birkaç ay sonra yaptığım seyahatte hemen herkes bana ne olduğunu sordu. Yaşananlar hakkında bazılarının çok fazla bilgisi varken, bazıları da soruyu sormak için soruyor gibiydi. Yine de olayların geniş kitlelerce duyulması beni bile şaşırtmıştı.

Avrupalıların Türklere bakış açısı
Bunun haricinde, "Türkiye'de kız erkek ilişkileri nasıl? Deveye biniyor musunuz? Ülkenizde baskı var mı? Türk mutfağı nasıl? Ülkedeki gelir düzeyi nasıl?" gibi her kesimden sorular aldım. Siz de bu sorular ile karşılaşabilirsiniz. Özellikle 'deve' sorusunu duyduğumda, "Yok artık bu kadar da bilgisiz olunmaz ki." diye düşünmüştüm.




Not: Eğer bilinçsiz olarak birini üzdüysem veya birine saygısızlık ettiysem lütfen haber verin.

26 Mart 2015 Perşembe

Couchsurfing


Şimdiye kadar beraber kalmaktan en çok keyif aldığım host
Yeni insanlarla tanışmak, onların hayatında bir yer edinmek, yeni deneyimler yaşamak ve masraflarınızı kısmak mı istiyorsunuz? Aradığınız yer Couchsurfing. Dünya'nın dört bir yanından ev sahipleri "sörfçülere, koltuklarını" açmakta. Karşılığında ise, deneyimlerinizi, anılarınızı anlatmanızı, arkadaşlığınızı, en fazla ufak bir hediye götürmenizi istiyorlar.

"Bana yabancı biri evini açacak, ben de ona güvenip evinde mi kalacağım?" diye düşünmeyin. Sistem tamamen karşılıklı güven, saygı, arkadaşlık ve misafirperverlik üzerine kurulu. Başta ben de inanmamıştım ve böyle bir site olduğunu bilmeme rağmen denemek istememiştim. Ancak şans eseri İspanyol Merdivenleri, Roma'da "Su içilebiliyor mu?" diye soran bir Türk çift, bana Venedik'te bir Türk'ün evinde kaldıklarını ve yaşadıklarını anlatınca ben de ilk bulduğum internet fırsatını değerlendirip kendime profil oluşturdum ve bahsettikleri insana istek gönderdim. İki gün sonra bir geceliğine misafir olduğum evden çok memnun kalarak ayrıldım ve sisteme güvenim arttı, düzenli kullanmaya başladım.

Şimdiye kadar 7 farklı şehirde, 9 ayrı evde, 16 gün misafir oldum. Sadece bir kere problem yaşadım, o da benden önceki gün kalan kişinin sorun çıkartması yüzünden oldu. Tahmin edin bana kim yardım etti? Sonraki kalacağım host.

Bulanık olsa da, işte o tarihi an. Bana soru soran Türk çiftin
şişesi de fotoğrafta belli oluyor.
Yabancı insanları tanımak, onların kültürlerini, günlük hayatlarını öğrenmek, güzel anılar edinmek için birebir Couchsurfing platformu. Maliyet konusuna girmek istemezdim, yaşadığım deneyimler paha biçilemez ama, bu da bir gerçek ki, kalacak yer için bir masrafınız olmuyor. Hatta size yemek yapan, yemeğe götüren, şehri arabası ile gezdiren, barda içkilerinizi ısmarlayan insanlara bile denk geleceksiniz. Duş, mutfak, buzdolabı gibi ihtiyaçlarınızı karşılamanızı söylemiyorum bile...

Nerelerde mi yatıyorsunuz? Bazen kendinize ait odanız oluyor, bazen salonda kalıyorsunuz. Bazen hostunuz kendi yatağını size veriyor, ya da misafir yatağında, kanepede veya yer yatağında uyuyabiliyorsunuz. Hatta bahçesindeki misafir evini bana açan birine bile denk geldim.

Peki insanlar sizi nasıl kabul ediyor? Bunun için ilk önce tam anlamıyla doldurulmuş İngilizce bir profil şart. Sizi anlatan uzun yazılar, yüzünüzün belli olduğu birkaç farklı resim gerekmekte.

İstek mektubu nasıl hazırlanıyor? Hangi günler kalacağınızı, kaç kişi geleceğinizi söylemeniz lazım ancak herkese aynı istek mektubunun gönderilmesi hoş karşılanmayabiliyor. Hiç değilse zaten standart olan, seyahatinizi ve sizi anlatan bir yazınız olsun ve talep gönderdiğiniz kişi
nin profilinden yapacağınız bir alıntı ile ortak bir yanınızı anlatan bir paragrafı, standart yazınızın içine ekleyerek gönderin. Size güvenmesini sağlayacak iletişim bilgileriniz, sosyal medya hesaplarınızın linkleri veya mail adresiniz ise şansınızı arttırır, ancak yapmak size kalmış.

Benim için açılan bahçe evi
En büyük etken: Referanslar. Tam dolu bir profil ve harika hazırlanmış bir istek mektubu da her zaman işe yaramayabilir. Bu durumda sistemin en büyük güven sağlayan unsuru olan referanslar devreye giriyor. Evinde kaldığınız veya sizin ağırladığınız insanların hakkınızda yaptığı yorumlar, istek gönderdiğiniz insanın sizi kabul etmesi için en büyük yardımcınız.

Ya kaç gün kalmalı? Şansınızı fazla zorlamadan, programınıza uygun olacak şekilde her talepte iki, en fazla üç gün için istek gönderin. Çoğu host 1 gecenin birini tanımak için az, 3 gecenin ise sıkılmak için yeterli olabileceği görüşünde. En ideal süre ise, herkesin ortak kanısı olan, 2 gece.

Backpack Seçimi ve Kullanımı

Ben ve Osman (evet backpackimin bir adı var)
San Sebastian - İspanya
Bir backpacker, evini yolculuğu boyunca sırtında taşır. Seyahatleriniz sırasında sizinle beraber olacak en önemli parçanızı almadan önce iyice araştırmanızı öneririm.

Yaptığım araştırmalar ve sahip olduğum indirim kuponu, beni Taksim'deki Kutup Ayısı'na götürdü. İlk seyahatime çıkmadan önce en büyük ihtiyacım bir backpack idi. Ucuz, sağlam ve rahat seçenekleri arasından en ucuz olanını (Loap Miwok Evo 50+10 Lt.) tercih ettim. Mağaza çalışanı aşırı bilgili biriydi ve bana çok yardımı dokundu. Nasıl kullanmam gerektiğini göstermesinden sonra rahatlık açısından da doğru bir seçim olduğunu, yıllardır kullanmamın ardından en zorlu koşullarda bile bana mısın demediği için de aşırı sağlam olduğunu söyleyebilirim. Bu özelliklere rağmen sadece 100 Lira (2012) vermek bana büyük kar sağladı. Şimdiye kadar başka çanta kullanmadım ama, gönül rahatlığı ile herkese öneririm.

Biraz abarttım sanırım, çanta gözükmüyor.
En önemli nokta, kayışları kendinize göre ayarlamanız ve bel desteğini doğru bir şekilde oturtmanız. Yükünüzün büyük kısmını kalça kemiğine veren bel destekleri ile ağırlığı hissetmeyeceksiniz bile. Yanlış kullanımlarda omuzlara büyük yük binmekte ve rahatsızlık, yorgunluk ve ağrıya sebep olmakta. Nasıl kullanmanız gerektiğini bilmiyorsanız eğer, internette detaylı anlatım yapan bir çok video bulunmakta.

Backpackinizin dışındaki iplerin ve kayışların bir amacı olduğunu unutmayın. Bu ne ya diye düşündüğünüz her bir kayış aslında yük taşımanız için özel olarak yapılmış. Resimde de gördüğünüz gibi, benim rekorum iki uyku tulumu, iki mat ve bir çadır. Eminim daha fazlasını taşıyanınız bile vardır.

Esas işlevi eşyalarınızı taşımak olan backpack, bazen üzerinde oturabileceğiniz bir tabure, bazen de anılarınızın bir parçası olurlar. Unutmayın ki, size en yakın olan arkadaşınız, sırtınızdaki backpacktir.

23 Mart 2015 Pazartesi

Avrupa'da İngilizce Kullanımı

Türkiye'de birçok insanın yaşıdığı bir problemdir İngilizce bilmemek. Bu sebeple "Oraya gidince derdimi anlatamam ben." diyerek seyahat hayallerini erteleyen insanlarla tanıştım. Aslında bu bir problem değil. Bunu insan gittiği zaman anlıyor. Tabi diğer dilleri bilmeniz sizin için avantaj olacaktır ancak İngilizce, evrensel bir dil olduğundan size yetecektir.
Acaba bizim dilimiz de mi evrensel?

Birkaç kelime bile biliyor olsanız, size yeteceğine emin olun. Nasıl mı? En basit anlaşma dili olan işaret dili sizin hayatta kalmanızı sağlayacaktır. Su içme, yemek yeme, sigara içme, hesabı isteme, kaç para gibi işaretler evrenseldir. Bu şekilde ihtiyacınızı karşınızdaki insana anlatabilirsiniz. Bir arkadaşımın az biraz İngilizce ve işaret dili ile havalimanı vize kontrol görevlilerine dahi derdini anlatabildiğine tanık oldum.


Bana göre fazlasıyla yeterli, başkalarına göre çok iyi, bazılarına göre idare eder İngilizce seviyem var. Bu sayede hem her insana hayatımdan bir parça aktarabildim, hem de yeterince gözlem yapabildim. Hatta karşımdaki insanların benim ihtiyacıma karşılık veremediği durumlar da yaşanmadı değil.

Diyelim biraz olsun İngilizce'niz var. Yeter de artar bile. Afilli bağlaçlar, cuk oturan gramerler, az bilinen ve söylenmesi zor olan kelimeler kullanmanıza gerek yok. Ne düşündüğünüzü bir iki kelime ile anlatın. Emin olun karşınızdaki insan da sizi anlayacaktır.

Yanınızda İngilizce bilen biri mi var? Hem şanslısınız, hem de şanssız. O insan size tercümanlık yaparken, siz konuşma fırsatını kaçırmış olacaksınız. Ayrıca yalnız olmanız özgüven açısından size çok değer katacaktır. Bu şekilde 15 günde gözle görünür bir gelişmeniz olacak. Yeter ki konuşmaya çalışın. Çalışma kampı sırasında arkadaşım ile günde en fazla bir saat Türkçe konuşuyorduk. Kalan sürelerde hep başkaları ile İngilizce konuştuk. Onun seviyesindeki değişmeyi görünce gözlerime inanamadım. Hatta biraz abartı gelecektir ama, Türkçe'yi bile unutmaya başlamıştık.

Fransız, İspanyol, Sırp, Fin, Rus, Koreli ve Türk'ün
ortak paydası: İngilizce.
Başka bir konu da, bulunduğunuz ülkenin dilini bir süre sonra anlamaya başlamanız. Sıfır olarak gidip, 11 günün ardından restoranlarda istediklerimi İtalyanca anlatmaya çalışıyordum. 19 günün ardından İngilizce'si 10 kelimeden ibaret biri ile bana hayatını İspanyolca anlatırken ben dediği çoğu şeyi anlıyor, biraz İngilizce, biraz İspanyolca, biraz da işaret dili ile ona cevap veriyordum. 10 günün ardından Fransa'da market raflarında ne yazdığını bilebiliyordum. Anlayacağınız, bulunduğunuz ülkede bir süre geçirmeniz, size o dili ihtiyacınız olduğu kadar anlamanız için yeterli fırsatı sağlıyor. En üst düzey örnek ise; bir yılımı İstanbul'da beraber geçirdiğim İskoç arkadaşımın geri dönerken sahip olduğu orta düzey Türkçe seviyesidir.

Diyelim, derdinizi anlatmak için bir kelime yeterli ama o kelimeyi bilmiyor, ya da hatırlamıyorsunuz. Bu durumda cebinizde taşıyacağınız ufak bir sözlük veya offline bir telefon uygulaması da işinizi görecektir.

Bu kadar bizden bahsettik. Ya Avrupa'da durum nasıl? Kırsal alanlarda ve köylerde dahil, çoğu zaman İngilizce bilen birisini bulabilirsiniz. 7'den 70'e herkes bir iki kelime olsun İngilizce konuşabiliyor. Köy bakkalında japon yapıştırıcısı istediğimi anlatabilmem beş dakikamı alsa da, sonunda dediğimi anlayabilmişti. Meğer 'glue' yerine 'super glue' demem gerekiyormuş...

Avrupa'da Su Bulmak

Tabi bu kadar abartmayın da...
Başlığa bakıp abartıyor demeyin. Avrupa'da Türkiye'de içtiğimiz kalitede su bulmak sandığınızdan daha zordur. Alışkanlıklarından ötürü kaynak suyu tüketmeyen Avrupalılar, bol mineralli, gazlı su içerler.

Yorucu geçen bir günün ardından kana kana su içmek mi istediniz? İşte bu o kadar da kolay değil. Suyun tadı alışkın olduğunuzdan daha farklıdır. Dışarıda bir gün bekletilmiş soda veya aspirine, hatta klorlu musluk suyuna benzetebilirsiniz tadını. Bu benzetme şişelenmiş sular için geçerlidir.

Peki ya ne yapmalı? Su alırken şişeleri iyi incelemenizi öneririm. Üzerinde soda anlamına gelen 'gas, gazeuse, gassoso' yazan sulardan kesinlikle uzak durun. 'Natural spring water' ise sizin aradığınız su.


Tabi bu şişeşenmiş kaynak suları bile her zaman aradığınız tadı size vermez. Verdiğiniz para çöpe gitmesin diye de içmek zorunda kalırsınız. En büyük fark suyun içindeki sodyumda. Eğer terlerseniz bu sodyum yüzünden üzerinizdeki siyah tişörtte beyaz lekeler oluştuğunu görebilirsiniz.

Careffour-Paris-Malakoff 1.5 litrelik su 19 Cent
Madem şişe suyu almak da riskli, hem de masraf yapmak da istemiyorsanız, musluk suları ya da yollarda göreceğiniz sebiller ihtiyacınızı karşılarlar. Musluk suyu içilir mi diye düşünebilirsiniz. Çoğu şişe sudan daha lezzetlidir, tanıdığım birçok Avrupalı da suyunu musluktan içmekte. Hatta abartmadan söyleyebilirim ki, Amsterdam'da gittiğim bir barın tuvaletindeki levhada, musluktan akan su için içilebilir yazıyordu.

Durum böyleyken suya niye para veresiniz ki? Ben yine de şişelenmiş su içmek istiyorum derseniz, küçük marketlerden, büfelerden ve otomatlardan uzak durun. 50'lik şişe su, Türkiye'de genel olarak 50-75 Kuruş'a satılırken, Avrupa'da sabit bir fiyat bulunmuyor. Aldığım en ucuz 50'lik su 12-15 Cent, en pahalısı 3.75 Euro idi. Market fiyatları 25-75 Cent arası değişirken, büfelerde 1-1.5 Euro arası su bulabilirsiniz. Red Light District'te 2 Euro'ya su alırsanız şaşırmayın. Aldığım en ucuz suyun fiyatını resimde görebilirsiniz.

Damrak-Teasers-Hamidiye Su
Peki soğuk su yaygın mı? Büyük marketlerde soğuk su bulmak çok zordur. Örnek vermek gerekirse, 3M Migros büyüklüğünde bir markette görevlilere danışa danışa bulduğum soğuk su dolabı sadece 20 şişe su alabilecek büyüklükteydi. Ufak işletmelerde ise şansınız daha yüksek. Sebillerde ise her zaman ferahlatıcı soğuklukta su bulabilirsiniz.

Türklerin yoğun yaşadığı yerlerde ise tanıdık markalara denk gelmek mümkün. Amsterdam Damrak'ta cadde üzerindeki marketlerden birine yiyecek birşeyler almak için girdiğimde, sadece dolapta gördüğüm Hamidiye Su'yu alıp çıktığımı bilirim. Ertesi sene aynı markete yine gittim ve beni yanıltmadılar. Bu sefer de Hayat Su bulabilmiştim.

22 Mart 2015 Pazar

Hangi Şehirleri Gördüm


Roma, Pisa, Floransa, Venedik, Savona, Avignon, Paris, Amsterdam, Köln
Diyebilirsiniz ki, bu adam ne yaptı bu kadar da anlatmaya kalkışıyor. Haklısınız. Benden çok daha tecrübeli insanlar var ve onların değerli bilgilerini dinlemeyi ben de çok seviyorum. Belki bir okuyan insana bile faydası dokunur, birkaç Euro daha az harcar benim sayemde diyedir çabam.

Bu yazıyı yazmamdaki amaç ise, belki bir insan şu şehir nasıldır acaba sorusuna aradığı cevabı bulamazsa, bana ulaşmasını istememdir.

Peki, ne yaptı bu adam sorusuna dönelim... İlk fotoğrafta gördüğünüz üzere İtalya'dan başlayıp Köln'de biten ilk seyahatim bulunmakta. Yolculuk sürem 22 gün.

İkinci seyahatimi de sağdaki resimde görebilirsiniz. Bu sefer 30 gün kaldım.

Üçüncü seferim için harita oluşturmadım, "Acaba kışın nasıl oluyor?" diye 5 günlüğüne Amsterdam'a gittim.

Barselona, Balaguer, Algerri, Barselona, San Sebastian,
Bordeaux, Jullouville, Mont Saint Michel, Paris, Amsterdam
Haritalarda şehirleri görebilirsiniz. Bu şehirler hakkında aklımda kalanları ilerleyen zamanlarda yazacağım. Aralardaki adı duyulmadık şehirlerin sebebi, acaba nerelere gidebilirim diye Google Maps'ten şehir seçip gittiğimden ve çalışma kampından dolayıdır.

Bir sonraki seyahat ise şimdiden belli: El Camino de Santiago

Interrail - Tren Önerileri 2

Hepimizin belini büken nokta rezervasyon ücretleri... Tren önerileri 1'de rezervasyon ücretinden kaçmanın yollarını size anlatmıştım. Şimdi sıra geldi benim ne kadar ödediğime. Ülkeden ülkeye, trenin yeniliğine, saatine göre değişebilen rezervasyon ücretleri ile karşılaşacaksınız. Muhtemelen de ortalamanız farklı ama aşağıdaki rakamlara yaklaşık olacaktır. Ülkelere göre değişen ödediğim rezervasyon ücretleri:

İki vagon arası seyahat aslında
göründüğünden daha keyifliydi.
İtalya: 5 Euro
İspanya: 7 Euro
Fransa: TGV 15 Euro, diğerlerine para vermedim.
Hollanda: 20 Euro (Thalys çok pahalıydı maalesef)
Almanya: (Amsterdam-Köln 1 sefer) 5 Euro

Bu fiyatlar değişkenlik gösterebilir. Trende yaşadığınız konfor da verdiğiniz rezervasyon ücreti ile doğru orantılıdır denilebilir (Almanya'da tek trene bindiğimden konuşmam yanlış olur).

İtalya'nın trenlerinin yenilerine gelirseniz şanslısınız ancak, eski trenler bizim "kara tren" kavramı ile birebir örtüşüyor. Yük treni gibi silme insan yüklediklerine bile şahit oldum. Kompartımanların yanlarındaki koridorlara bile koltuk koymuşlardı ki, oturduğunuz anda birinin koridordan geçmesi imkansız oluyordu.

İspanyol trenlerinde bana mı denk geldiğinden bilemiyorum ancak, koltukların arkasında kulaklık vardı. Dilerseniz bu kulaklıkları "yanlışlıkla" çantanıza koyabilirsiniz ve döndüğünüzde anı olarak saklayabilir, ya da benim yaptığım gibi başkalarına hediye verebilirsiniz.

Fransa'da bir yere gitmek isterseniz yolunuz illa ki Paris'ten geçmelidir, yoksa aktarmalar sizi bekler. Tren haritasına baktığınızda da bu durumu görebilirsiniz. Trenleri ise geniş koltuklu ve konforludur. TGV hızlı olsa da cep düşmanıdır. Yine de Interrail yapıp da kurşun trene binmedim dememek için denemenizi öneriririm. Yol boyunca çok güzel manzaralı yerlerden geçeceksiniz ve bol bol üzüm bağı ile karşılaşacaksınız.

Hollanda'daki trenlerde kullanmayı beceremesem de, internet bile bulabilirsiniz.

Vakit geçirmek için batak birebir.
Yine vagonların arasındaki boşluktayım.
Bazı durumlarda rezervasyonsuz trenlerde koltuk bulunamıyor. Sizin gibi o treni tercih eden çok fazla global pass yolcusu var ve önceden binen koltuğu kapar mantığı ile yayılıyorlar. Siz de bu durumda iki vagon arasında yolculuk etmenin tadını çıkartın. Yemeğinizi yiyebilir, yanınızdaki oyun kartları ile vakit geçirebilir veya, benim favorim, sudoku çözebilirsiniz. Backpackinizi yere koyun, işte size en basitinden bir koltuk. Sırtınızı da duvara yaslayınca, ohh sizden keyiflisi yok. Zavallı Osman (backpack) çok çekti benden...

Tuvaletlerde ise hijyen beklemeyin. Bırakın beklentiniz düşük olsun, bu şekilde sıkıntı çekmezsiniz. Sonuçta her gün yüzlerce insan o dar tuvalette tren hareket ederken işini görmeye çalışıyor ve doğal olarak da ortalık batıyor.

Trenler ile alakalı iki yazıyı geride bıraktım ve sanırım yaşadıklarım aklıma gelmeye devam ettikçe üçüncü tren yazısına da başlayacağım.

21 Mart 2015 Cumartesi

Interrail - Tren Önerileri 1


SNCF tren tablosu. Görüldüğü gibi zorunlu rezervasyon yok.
Interrail ile alakalı sizlere birçok bilgi vereceğim ama öncelikle trenlerden bahsetmek istiyorum. Öncelikle bilmeniz gereken, tren şirketlerinin isimleri. İtalya'da Trenitalia, Fransa'da SNCF, İspanya'da Renfe, Hollanda'da NS, Almanya'da Deutsche Bahn...

Interrail'in kafana estiği zaman trene atlayıp başka bir şehire gitme ruhuna aykırı olsa da, ben en detayına kadar seyahatlerimi planlamayı seviyorum. Bu şekilde maliyeti aşağı çekebilirsiniz. Vereceğiniz rezervasyon ücretleri ülkeden ülkeye değişkenlik göstermekle beraber, hızlı trenler ve yoğun hatlarda tavan yapmakta. Avignon'dan Paris'e 15 Euro, Paris'ten Amsterdam'a 30 Euro rezervasyon ücreti verdiğimi
söyleyebilirim ama San Sebastian-Bordeaux-Mont St-Michel-Paris hattı boyunca da para vermedim.

Eğer mümkünse gece trenlerini tercih edin. Belki uykunuz bölünecektir ama, otel masrafından kurtulmanız fazladan 15 Euro demek. Bazı istasyonlarda da havalimanlarında olduğu gibi uyku tulumunuzu yere sererek sabahlayabilirsiniz.


Nantes'e gidip ekmek aldım adlı poz.
Rezervasyon ücreti ödememek için: Tren şirketlerinin internet sayfalarını biraz karıştırmak yeterli olacaktır. Resimde de gördüğünüz gibi (saatleri kafanıza takmayın, sadece bir örnek) rezervasyon istemeyen trenler ile de yolculuk edebilirsiniz. Tabi eğer vaktiniz bol ise... Bu trenler yavaş olabiliyor ve çok fazla aktarma yapmanız gerekiyor. Değer mi? Cebinizde kalacak ekstra 10 Euro ile Paris'te Eiffel'in altında Bordeaux'dan aldığınız şarabı içebilirsiniz. Ayrıca, aktarma yaparken iki tren arası vaktiniz olursa, farklı şehirlerin havasını koklayabilir, ufak da olsa bir anıya sahip olabilirsiniz. "Nantes'e gittim, ekmek aldım döndüm" veya Parma'dan gelen Erasmus öğrencilerine, "Ben de sizin oraları gördüm." diyebilmek gibi.

Treninizi kaçırırsanız sakın üzülmeyin. Her zaman başka bir tren vardır. Görevlilere alternatif rotalar için danışmanız yeterli olacaktır. Yardımcı olmak için can atmasalar da, bir süre sonra ısrarlarınıza dayanamayıp size yardımcı olacaklar. Tabi kaçırdığınız tren için verdiğiniz para çöpe gidiyor. Canım sağolsun deyip geçin.

Interrail biletinin doldurulması zorunlu olmayan kısmı.
Yine de anı olarak saklayabilirsiniz.
Biletinize bindiğiniz günü yazmayı sakın ama sakın unutmayın. Kondüktör amcalar çoğu zaman bilet kontrolü yapıyor ve eğer biletinizi doldurmadıysanız, size kaçak yolcu muamelesi yapıp yanında taşıdığı cihaz ile yüklü bir ceza kesiyor. Riske atmadığım için benim başıma gelmedi ancak, çok fazla insana işlem yapıldığına şahit oldum. Tabi cezayı ödemek size kalmış. Tanıdığım birkaç kişi bu cezayı ödemeden ülkeye geri dönmüşler. Sonraki vize taleplerinde karşılarına çıkar mı bu ceza bilemem.

20 Mart 2015 Cuma

Yurtdışından Arama Yapmak

Masraf kalemlerinden biri de yapacağınız telefon görüşmeleri olacaktır. Eğer aradığınız insan telefon uygulamalarına aşina ise, yırttınız. Bulabildiğiniz her internet noktasından Viber gibi programlar ile istediğiniz kadar konuşabilirsiniz.

Kaybetme korkusu ile telefonunuzu yanınıza almadıysanız veya eski bir telefon mu kullanmayı tercih ettiniz? Ya da arayacağınız insanlar teknolojiyi etkin biçimde kullanmıyor mu? Size iki hesaplı yol göstereceğim.

İlki, ülkemizde de arada karşımıza çıkan callshop mekanları. Avrupa'da Türkiye'den daha yaygın biçimde bu dükkanları görebilirsiniz. Bu hizmetten 10'a yakın sefer yararlanmış biri olarak diyebilirim ki, dakikasına 20 ila 75 cent arasında değişen ücretler ile konuşma yapabilirsiniz. Ancak, ev telefonu ve cep telefonu için farklı tarifeler uygulanmakta bazı yerlerde. Ücreti her 1 dakika üzerinden yazan bu telefonlarda 61 saniye konuşsanız da, 119 saniye konuşsanız da aynı ücreti vereceksiniz. Ailenizin telefonu kapatmamak için direnmesi yüzünden ama fazladan para ödediğiniz durumlar olacaktır.

Genellikle Kuzey Afrika'dan insanların işlettiği callshoplarda hani belki bir indirim yapar düşüncesi ile selam vermek maalesef işe yaramıyor. Konuşma ücretiniz ne ise her bir centine kadar alıyorlar.

Başka bir yöntem ise, gitmeden operatörünüzden dakika satın almak. Bu şekilde istediğiniz yerden Türkiye'ye telefon edebilirsiniz. Karşıdan gelen çağrıları kapatıp sizin aramanızda fayda var, yoksa hem sizin dakikalarınızdan, hem de sizi arayan kişiden para alınıyor. Kalan dakikalarınızı da rahatlıkla görebilmek için operatörler kolaylık sağlıyorlar. Hiç değilse Turkcell için durum böyleydi.

18 Mart 2015 Çarşamba

Havalimanında Sabahlamak

Havalimanında sabahlamak, El Prat-Barselona
Ucuza seyahat etmenin yollarından biri de gece uçuşlarıdır. Maliyeti düşürmek için ben de genellikle bu yolu tercih ederim. İndiğiniz zaman sabaha kadar ne yapacağım diye düşünebilirsiniz ama karşınızda birçok fırsat var.

Uçaktan indiniz, ülkeye giriş yaptınız ve bavulunuzu aldınız. Ve biliyorsunuz ki şehre ulaşım sabah saatlerinde başlıyor, eğer taksiye binmeyecekseniz. Ne yapabilirsiniz? Etrafınızda sizin gibi olan çok fazla insana denk geleceksiniz. Bazıları etrafına bakınırken, bazıları rahatsız koltuklarda uyuklamaya çalışıyor. Ama işini bilen ve benim Türkiye'deyken varlığından haberdar olmadığım bir gececi tayfaya siz de rastlayacaksınız

Kim mi bu gececi tayfa? Uyku tulumunu yere serip uyuyan insanlardan bahsediyorum. Ne mutlu bana ki, hem Fiumicino-Roma'da, hem de El Prat-Barselona'da ben de bu insanlardan biriydim. Gözünüze güzel bir kuytu köşe kestirin ve yere uzanıp yatın. Güvenlik görevlileri sabahın ilk saatine kadar uyumanıza izin veriyorlar. Geriye kalan birkaç saat içinse banklarda oturarak sabahı beklemek durumundasınız.

Bu noktada yer seçimine dikkat etmenizi öneririm. Yoksa benim ilk seferimde olduğu gibi başınızın üzerinde dolaşan insanlara denk gelebilirsiniz.

Peki ya acıkırsanız? Havalimanından yiyecek alacağınıza aç kalmanız daha iyi. Fiyatların abartılı yüksek olması ve € cinsinden olması ile bir anda cebinizden 50 Lira'nın akıp gittiğini görebilirsiniz. Eğer dayanamayacak durumdaysanız her zaman bir yiyecek-içecek otomatı bulabilirsiniz. Tabi bulana kadar bayağı dolaşmanız gerekebilir. Zira benim gördüğüm kadarıyla en uzak köşelerde bulunuyorlar. Su fiyatı 1 €, kola 2.5 € civarında.

Evden çıkmadan yiyecek götürmeniz en ucuz yol bu durumda. Paketlenmiş yiyecekleri kolaylıkla Avrupa'ya sokabilirsiniz. Eğer şanslıysanız çantanızda 'unuttuğunuz' meyve suyunu da güvenlikçiler farketmezler.


Güvenlik: Uyursam eşyalarım ne olacak diye düşünebilirsiniz. Merak etmeyin, kameralar her an sizi çekiyor. Hırsızları hiç değilse caydıracaktır. Yine de eğer uyku tulumunuz varsa değerli eşyaları içine koyun. 

Tuvaletler ise bu iki havalimanı için de tahmin ettiğimin aksine inanılmaz temizlerdi ve bir ücret de ödemedim.

Fiumicino - Roma
Bazı havalimanlarında uyumak için özel yapılmış alanlar bulunuyor. Hangi havalimanının uyumaya daha müsait olduğunu görmek için için sleeping in airports adlı siteye danışabilirsiniz.

Kitap okumak veya telefondan oyun oynamak belki daha çekici gelebilir size. Etrafa bakınarak insanları izlemek bence hepsinden daha güzel. Sabaha kadar orada kalacağınız için eğlenmeye bakın. Ama hepsinden güzeli, gece vakti hava almak için dışarı çıktığınızda bulunduğunuz ülkenin bayrağını görüp, "Ulan Avrupa, sen mi büyüksün, ben mi büyüğüm?" diye yaşadığınız hayıflanma olacaktır...

Avrupa'da ATM Kullanımı


İster backpacker olun, ister tur ile gidin. Kalabalık veya tek başınıza olmak da fark etmiyor. Güvenlik her zaman aklınızı kurcalayan bir konu olacak. Cüzdanını kaybetmenin nasıl bir duygu olduğunu bildiğimden, paranızı bankaya yatırmanızı tavsiye ediyorum.
 
ATM'ler, çok küçük kasabalarda olmadığınız sürece sıklıkla karşınıza çıkacaktır. En güzel yanı ise; dilediğiniz bankayı kullanabilirsiniz. Anlaşmalı olanlar hariç hepsinde komisyon oranı bulunmakta. Şubelere girmenizi önermem, hem komisyon oranı şubede daha fazla oluyor, hem de veznedar için dil seçeneğiniz olmayabilir.

Nasıl para çekiliyor? Ülkemizdeki mantık orası için de geçerli. Kartı takın, dil seçeneğinizi işaretleyin, 4 haneli kart şifrenizi girin. Karşınıza iki seçenek çıkacak. Birisi yanlış hatırlıyor olmakla beraber para yükleme, diğeri de para çekme, yani withdrawal. İstediğiniz meblağı girin, paranızı ve kartınızı alıp ayrılın. Bu kadar basit.

Ya ne kadar çekmeli? Kötü birşey başınıza gelirse ve paranızı kaybederseniz üzülmeyeceğiniz ve verdiğiniz komisyon bedeline değecek bir tutar öneririm. Benim her para çektiğimde 100 € seçeneğini işaretlediğimi söyleyebilirim. Sonradan yaptığım hesaplamada çektiğim her 100 € için yaklaşık 5 € komisyon vermiştim.

Unutmadan, bankamatikler maalesef hesabınızda ne kadar bakiyenin kaldığını göstermiyor. Bu yüzden internet şubesi kullanmanız veya hesabınızı iyi yapmanız sizin yararınıza olacaktır. 

Kartınızı kaybederseniz veya ATM kartı yutarsa? Bunun için de iki ayrı banka kartı kullanın. İkisine de eşit miktarlar yükleyin ve birini kaybederseniz hemen bankanıza ulaşıp kartınızı iptal ettirin.

Başka önemli bir konu da, eğer ki Hollanda'ya gidecekseniz, ATM'den günde sadece 1 sefer para çekebilirsiniz. Maalesef bu sebeple parasız gezdiğim için, kredi kartı kullanımının yaygın olmadığı bu ülkede paranızı iyi ayarlamanızı öneririm.

17 Mart 2015 Salı

Pasaport Nasıl Alınır



Eğer ülkeden dışarıya adım atmak istiyorsanız, pasaport almanız lazım. Benim de seyahatlerimin ilk adımlarından biri olan pasaportu almak aslında çok kolaydır.

Öğrenci işi ucuzundan bir seyahat planlıyorsanız eğer, pasaport masrafı belinizi bükebilir. 2015 yılı için fiyatlar aşağıdaki gibidir:

6 AY     188.10 TL
1 YIL    237.20 TL
2 YIL    334.90 TL
3 YIL    440.90 TL
10 YIL  587.70 TL

Peki kaç yıllık almalısınız? 1 yıllık alırsanız eğer, ertesi sene gitmek isterseniz yine almanız lazım ama, arada kalan farkla uçak biletinizi bile alabileceğinizi unutmayın. Karar vermenizi etkileyebilecek bir olaydan bahsetmek istiyorum bu noktada. Eğer ki pasaportumuzun süresinin dolmasına daha uzun süre varsa, Avrupa size daha uzun süreli vize vermekte. Yaşadığım tecrübelerden biridir bu.
 
Gelelim nasıl alacağınıza... Fotoğraf çektirmeniz ve bankaya para yatırmanız gerekiyor. Herhangi bir fotoğrafçıda 15 Lira'ya fotoğrafınızı çektirebilirsiniz. Emniyet müdürlüklerinde bulunan (hepsinde var mı bilmiyorum) makineler de işinizi görebilir.

Bankada ise dikkat etmeniz gereken konu; defter bedelini de harç ücreti ile beraber vermeniz gerekiyor. Zira bu parayı karakolda tahsil etmiyorlar, benim gibi banka aramakla uğraşmayın.

Süresi dolan pasaporta damga vurulur, kenarları delinir.

Dekontunuz ve fotoğraflarınız ile beraber internetten aldığınız randevu saatinde emniyet müdürlüğünde olduğunuzda hemen başvuru yapabiliyorsunuz.

İkinci veya daha fazla sefer pasaport alıyorsanız eğer eski pasaportunuzu götürüp iptal ettirmeniz gerekiyor. Kaşe ile damgalayıp, kenarlarını delgeç ile deliyorlar. Merak etmeyin, vizenizi alırken bir sıkıntı olmuyor eski pasaportunuzun delinmesi.

Başvuru yaptıktan birkaç gün sonra pasaportunuz onaylanıp PTT kargo ile adresinize gönderiliyor. Kargocu sizi bulamazsa ama merak etmeyin, benim yaptığım gibi, siz de en yakın PTT ofisine gidip pasaportunuzu teslim alabilirsiniz.

Neden Mi Açtım Blogu

Ventimiglia
İnternette çoğu bilgiye ulaşmak aslında düşündüğünüzden daha basit. Yerli bloglar, yabancı forumlar... Aklınıza gelebilecek her sayfa sizleri bekliyor. Ama ortada bir sorun var ki, tam olarak istediğimiz bilgiye ulaşamayabiliyoruz. Ben de aynı sorunu yaşadım ve aradığı bilgiye ulaşamayan çok fazla insan olduğu aklıma geldi.

İşte blogu açmamdaki esas sebep:

"El Camino de Santiago"

Ülkemizde çok az insanın duyduğu bir terim bu. 2013 senesinde Türkiye'den bu yolu tamamlamış sadece 24 kişi var, (kaynak) Faroe Adaları'ndan bile 23 insan gitmiş siz düşünün artık. Hayalim Santiago de Compostela'ya kadar yürümek. Ama aradığım bilgilere erişememek bu blogu açmamdaki temel amaç oldu. Sadece El Camino için değil, aklıma gelen her hayat kurtaracak bilgiyi aktarmaya çalışacağım. 

Avrupa'da yaşadıklarımı anlatmak her zaman çok hoşuma gitmiştir. Şimdi sıra sende. Bu dizeleri okuyan insan olursa eğer, cebindeki parayı boşa harcamaman için buradayım arkadaşım. 

Yeni kişisel hedef: Buralar eskiden dutluktu diyene kadar blogunu doldur.


Artık Zamanı Gelmişti

Mont Saint-Michel

Taste enough before die...

Bütün hayatımı anlatan cümle bu aslında. Hayatın sana verdiği fırsatları değerlendir, dilediğin gibi yaşa, en sonunda pişmanlıklar yaşama... 

Bu uğurda insanlar kendine belirli hedefler belirlerler. Bazıları evlenip çocuk yapmayı, bazıları ise nerede olduğunu bile unutacakları yığınla paraya sahip olmayı ister.

Benim ise hayalim farklı, yıllar sürecek bir dünya turu yapmak istiyorum. Şimdiye kadar yaptığım kısa seyahatlerin hepsinin tadı damağımda kaldı ve bir çok anımı çoktan unuttum bile. Yardımcı olabileceğini düşündüğüm ama çok fazla konu var aklımda, artık bunları yazıya dökmenin zamanı gelmişti...

Yazacağım herşey aklımda kalanlardan ibaret olacak...