23 Eylül 2015 Çarşamba

Roncesvalles - Larrasoana

Roncesvalles'deki meşhur 790 km tabelası
Not: Tüm Camino de Santiago boyunca 14000'e yakın fotoğraf, 100'e yakın video çektim. Yüzlerce ses kaydım var. Anlattıklarımın saat saat şeklinde olmasının sebebi ses kayıtlarımdır. Yazılanlar, o anlardaki düşüncelerim ve yaşadıklarımdan oluşmaktadır. Gelecekten bilgi çok nadiren vereceğim. Yaşadıklarımı bu şekilde anlatmamın sebebi, Camino boyunca başınıza neler gelebileceğini canlandırmanız içindir. Blogda ayrıca Camino de Santiago ile alakalı ihtiyacınız olan her türlü teorik bilgiyi de bulabilirsiniz.


 

16 Temmuz 2015


Roncesvalles'teki albergue ve ranzalar
Mükemmel geçen ilk günümün ardından sıra geldi Camino de Santiago'nun ikinci gününe... Dün Saint Jean Pied De Port'tan Roncesvalles'e kadar 26 km boyunca yürüdüm ve gün baştan sona Pireneler'e tırmanıp aşağı inmekle geçti. Bugünkü varış noktam 27 km ilerideki Larrasoana kasabası. Yolculuğun bir gün süren Fransa etabı bitti, artık tamamen İspanya'da olacağım.

Roncesvalles'teki devlet alberguesi gerçekten çok büyük. Geçmişte bir kilise olan albergueyi kapatıp yerine yeni bir yer açmışlar. Her katta koridorlar ve koridorlarda karşılıklı olacak şekilde 2'şer tane ranza var. Kural gereği herkes albergueye girerken ayakkabılarını ve batonlarını da girişte bırakıyor. Dışarının pisliğinin içeri girmemesi için güzel bir yöntem.

Önceki araştırmalarımdan elde ettiğim tecrübeler sayesinde güne hazır başlayacağım. Akşamdan yıkandım, kıyafetlerimi yıkadım, çantamı hazırladım, yürüyüşte üstümde olacak kıyafetlerimi kenara koydum.

Yürümek için çok güzel bir sabah
Sabah 5.30: Bizimkilerle akşamdan anlaşıp alarmımızı sabah 6.15'e kurmuştuk. Ancak kaldığım yer kalabalık olduğundan erken kalkanların alarmı ile uyandım. Hatta saat 3'e alarmını kuran bile vardı! Yatakta dönüp durmama rağmen tekrar gözüme uyku girmiyor. Güneş doğmadan yola çıkanlarla ilk kez bugün karşılaşıyorum. İşin garip yanı, herkes o kadar yavaş yürüyor ki, erken yola çıkmamı gerektirecek bir durum yok.

6.30: Yürüyüşe başladık. Güneş daha yeni doğuyor. Hava sıcak ancak gece çok üşüdüm. Uyku tulumumu yanıma almamam bir hataydı sanırım. Havlumu battaniye olarak kullanmak zorunda kaldım. Karasinekler ise her yerde! Rahat rahat oturmama izin vermiyorlar. Neyse ki gece olunca onlar da ortadan kayboldular. Yine de gece ısırılmışım...

Kaybolmak imkansız
6.50: Kendimi şu anda Yüzüklerin Efendisi'ndeki Frodo gibi hissediyorum. Ormanlık bir alanda, patikada ilerliyoruz. Yanımda da yüzük yerine taşıdığım kıymetlim, taşım (Cruz de Ferro için) var.

7.11: Sabah kahvaltı yapmadan yola çıktık. Şimdilik birkaç kilometreyi geride bıraktım. Günün ilk kasabası olan Bourgette'den geçtik. Yol genellikle ormanın içinde patikadan, nadiren de asfalttan geçiyor.

8.36: Etrafta çayırlar ve otlayan inekler var. Dünkü yokuşlardan eser yok bugün. Hafif yokuşlar olsa da genellikle düz. Antonio ve Carol genellikle önden ilerliyorlar. Ben de arkada Constantin ile muhabbet ederek yürüyorum. Espinal'de kahvaltı molası verdik. Ben ise sadece kahve istedim. Daha sadece 6 km ilerledik. Önümüzde 21 km var.

Otlayan inekler
Bir süre sonra Constantin de ileriden gitmeye başladı. Ben de bilerek arkada kaldım. Bu şekilde hem rahat rahat fotoğraf çekiyorum hem de tek başıma kalacak vaktim oldu. Biraz olsun düşünmeye vakit kalıyor.

Önümde şu anda bir dayı var. Sırt çantasında hem peregrino olduğunun işareti olan deniz kabuğu, hem de sarı ok arması var. Kıskanmadım değil. Ben sadece deniz kabuğu taşıyorum. Şu anda bir tepenin zirvesine geldik. Etrafım da açık olduğu için karşımdaki sıradağları net bir şekilde görebiliyorum.

Mutlu peregrino
9.19: İçimdeki bütün kızgınlık, öfke, nefretin benden sökülüp atıldığını hissediyorum. Yerini ise, rahatlık, sakinlik ve huzura bıraktı. Belki daha çok erken ama insanların davranışları, doğanın ortasında yürümek ve sadece etrafı dinlemek belki de buna sebep oluyor. Ya da Camino'nun insanlara yaşattığı duygulardan biri de budur.

10.31: Yanımda tekrar Constantin var. Beraber bir tepeyi çıkıyoruz ve kendi hayatlarımız üzerinden muhabbet ediyoruz. Manzara çok güzel. Tek sıkıntım güneşin kendini hissettirmeye başlaması ve biraz da terlemiş olmam.

Ormanın ortasından geçen yollar
11.45: Ara vermeden ilerliyoruz. Kahvaltı yapmadığım için iyice acıkmaya başladım. Sadece bir kahve ile duruyorum. Ormanlık alanda yürümeye devam. Google Street View'de gördüğümden çok daha farklı burası. Orada genellikle asfalt yolu görsem de, yol için ormanın arasında patikalar oluşturmuşlar. Tam da istediğim gibi...

Muhabbet ettiğimiz için yürümek daha kolay oluyor. Zamanın nasıl geçtiğinin farkında değilim. Bizimkiler ise arayı bayağı açtılar. Onları bulduğumuzda öğlen yemeği için bir yerde durup dinlenmemiz güzel olacak. Constantin de, ben de bayağı açız.

Zubiri'de yemek yediğimiz dere kenarı
12.52: Zubiri'ye vardık. Köprüden geçerken nehir kenarında oturup dinlenen Antonio ve Carol'u gördüm. Biz de yanına gittik ve uzun zamandır beklediğim yemek molasını sonunda verdik. Güzel bir dinlenme de oldu bizim için. Hatta Antonio biraz da olsa uyumaya vakit buldu. 20 km ilerlemişiz bile. Tekrar yola koyulmanın vakti geldi...

Birkaç gündür hiç Türkçe konuşmadığım için düşüncelerim İngilizce'ye dönmeye başladı. Şaşırmıyorum değil. Daha önce de yaşamıştım bunu ve ileride daha neler olabileceğini, bazen Türkçe konuşurken bile kelimeleri unutabileceğimi biliyorum. Ortada bir Türk'ten eser yok şimdilik.

Asfalt yolda yürüyen peregrino (Antonio)
İkinci günün sonuna gelmişken daha yeni ayaklarımda bir sızı hissediyorum. Beklediğimden çok daha iyi durumdalar. Ayakkabı tercihim gerçekten doğru gibi. Bugün genellikle yol taşlık olduğu için oldu sanırım bu sızlama da.

13.49: İlk kez gerçekten asfalt bir yola girdik. Şimdiye kadar kısa mesafelerde asfalta rastlamıştım ama şimdi uzun zamandır araba yolundan ilerliyoruz. Güneş tam tepemizde, hava da inanılmaz sıcak.

Bizimkilerle aramda biraz mesafe bıraktım. Artık yalnız yolculuk etmek de istiyorum. Kendime ayıracağım vakit pek kalmıyor geriye. Biraz olsun yalnız yürümek istiyorum. Sanırım en iyisi sabah yürümek. 6.30 gibi yola çıkıp 2 civarında yürüyüşü bitirmek. Sıcak insanı gerçekten bunaltıyor. Eriyeceğimi bile düşünmedim değil. Burgos ile Leon arasındaki parkurun buradan daha sıcak olacağını biliyorum. Bakalım neler olacak...

Camino boyunca karşılaştığım en sıcak yer
14.04: Şu anda Larrasoana'ya vardığımda oturup internette dolaşmanın hayali ile yaşıyorum. Serin bir bira, gölgelik, biraz rüzgar... Oturup haberlere bakmak istiyorum.

14.39: Yürümeye devam... Artık günü bitirmeye çok az kaldı. Daha önceki İspanya seyahatimde çalışma kampında bizi bir yere götürmüşlerdi. Şu anda kendimi orada yürüyor gibi hissediyorum. Yolun yapısı ve etrafta gördüklerim bana o anları hatırlattı.

Artık bir şeyin farkına varıyorum. Google'da yola baktığım onca saatte aslında Camino'nun çok az bir kısmını görmüşüm. Aslında yol aracın giremeyeceği kadar dar patikalardan ve araba yolunun yakınında olan ancak görünmeyecek kadar da uzak yerlerden geçiyor. Camino rotasının buradan geçmesi çok daha güzel oldu benim için.

Larrasoana Köprüsü
14.50: Sonunda gün bitti. Larrasoana'ya vardık. Sonunda benim için de dinlenme zamanı. Albergue girişinde bizi çok güzel bir İspanyol kızı karşıladı. O anda Constantin ile birbirimize baktık, Antonio'nun ise o anda tek aklından geçen ayakkabılarını çıkarıp keyif yapmaktı. Ücretlerimizi ödedik, kullan-at çarşaflarımızı aldık ve yatakhanenin olduğu diğer binaya geldik.

Duş ve çantayı toplamanın ardından ilk işimiz bara gitmek oldu. O sırada İrlandalı bir çift ile tanıştık. Carol kendi milletinden birilerini gördüğü için sevinçliydi. Herkes aynı masada oturup serinlerken kahkahalarımız bu ufak kasabanın diğer ucundan bile duyulabiliyordu.

Albergue Larrasoana
Akşam yemeği için ne yapacağımıza karar vermemiz gerekiyordu artık. Yorgun olduğu için Carol barda kalıp hazır yemeklerden sipariş vermeyi seçti. Kolay değil, ilk gün çantasını önden göndermişti ama bugün yanında taşımayı seçti. Biz de malzeme almak için kasabanın bakkalına yöneldik. Gerçekten bu kadar güler yüzlü bir bakkal ile karşılaşmak şaşırtmadı değil. Hepimizi kapıda karşıladı, teker teker elimizi sıktı ve nereli olduğumuzu sordu. "Turco" cevabını duyunca diğer herkes gibi gözleri açıldı, gel sana hediyem olsun diye hepimize birer bardak rose şarap ikram etti. Gerçi sonradan öğrendiğim kadarıyla her misafirine ikram ediyormuş ama olsun, hoşuma gitmedi değil.

Makarna, ekmek, domates sosu... Akşam yemeğimiz hazır. Albergue mutfağında yemek pişirmek için sıra vardı. Bir süre beklemek zorunda kaldık. Koreliler ve başka bir kalabalık grup da o sırada yemek pişirdiği için kalabalıktı. Herkesin aynı anda yemek yapması, birlikte, büyük bir aile şeklinde güzel bir akşam yemeği ile sonuçlandı.

Yemeğin ardından oturup dinlenme, internette geçirilen zaman derken, saat akşam 10 olmuştu. Işıklar kapanmadan hemen önce odama vardım ve hayatımdaki en güzel uykulardan birini uyudum...

Bonus: Peregrinolar 500 Miles şarkısını söylemeye çalışırsa... (500 mil, 800 km - Camino de Santiago'da da yaklaşık 800 km yürüdük.)


15 Eylül 2015 Salı

Saint Jean Pied de Port - Roncesvalles

Saint Jean Pied de Port
2012'de bir filmle başladı her şey... Acabalar ile geçen yıllar... Bir kere daha hadi demek ile son buldu tüm çekinceler... Bir kere daha buradayım, bu sefer hayatımdaki en büyük hedef olarak gördüğüm yerdeyim; Saint Jean Pied de Port.

İsmini ülkemizde çok az insan duymuştur. Bilenlerin de büyüsüne kapılıp orada bulunma hayalleri ile yanıp tutuştuğuna eminim. Sonunda bana da bu yolu yürümek nasip oldu. Saint Jean Pied de Port'tan, Santiago de Compostela'ya kadar giden 29 gün, 800'den fazla kilometre...

El Camino de Santiago'yu size anlatmaya çalışacağım. Şimdiye kadar verdiğim teorik bilginin üzerine, orada yaşadıklarımı aktaracak, aklımdan neler geçtiğini söyleyecek, neler gördüğümü yazacağım. Umarım yaşadıklarım benden sonra bu yolu yürümek isteyen herkese tecrübe olur...

Not: Tüm Camino de Santiago boyunca 14000'e yakın fotoğraf, 100'e yakın video çektim. Yüzlerce ses kaydım var. Anlattıklarımın saat saat şeklinde olmasının sebebi ses kayıtlarımdır. Yazılanlar, o anlardaki düşüncelerim ve yaşadıklarımdan oluşmaktadır. Gelecekten bilgi çok nadiren vereceğim.

15 Temmuz 2015

Backpackim Osman da süslendi...
Büyük gün geldi artık. Milyonlarca adımın ilkini atmam artık an meselesi. Heyecanımdan titriyorum, nasıl yapacağım, nereden gideceğim hepsi aklımda. Aylardır bugünün hayali ile araştırma yaptım sonuçta. Geride bıraktıklarım umurumda değil. Sadece önümdeki ilk adımı düşünüyorum. Acaba neler yaşayacağım? Karşıma nasıl insanlar çıkacak? Okuduğum onca bilgi, mucize hikayeleri, insanların gösterdiği iyilik ve saygı doğru mu? Aklımdan yüzlerce düşünce geçiyor... Ama artık eşyalarımı toplayıp albergueden ayrılmanın vakti geldi...

Ne giyeceğimi önceden düşünmüştüm zaten. Eşyalarımı da önceki geceden hazırlamıştım. Sadece gece giydiklerimi toplamak, en yakın arkadaşlarım olan sırt çantamı takmam ve ayakkabılarımı giymem kalmıştı geriye. Son anda unuttuğum bir şey aklıma geldi o sırada. Ayaklarıma vazelin sürmem lazımdı. Su toplamasını engellediğine yönelik çok fazla bilgi okumuştum. Bu da tamam, eşyalarım tamam, merdivenlerden inebilirim artık...

Otelin kapısının önünde
ilk adımım
Saat sabahın 6.20'si. Normalde planım saat 7'de yola çıkmaktı ama heyecandan uyuyamadım! Nemli bir Fransa sabahı. Hava ne sıcak, ne soğuk. Tam da istediğim buydu zaten. Yürümem için ideal. Gün boyu nereden geçmem gerektiğini biliyorum. Google Street View'dan defalarca yolu kontrol etmiştim zaten. İki yol var, biri düz olan Valcarlos, diğeri ise Pireneler'in tepesine çıkıp da enfes manzaralar sunan Napolyon! Hayatımda uzun mesafe yürüyüşü hiç yapmadım. Benim için büyük bir test olacağı belli. Yine de vaktim var. Kendime fazladan birkaç gün ayırsam da, planım 29-31 gün arasında tüm yolu bitirmek. Hızlı gitmek istemiyorum, ağır ağır yaşayarak özümsemek var aklımda...

İlk adımları atmanın vakti geldi artık. Bir yerden başlamak lazım. Bir anda tüm düşüncelerim birbirine karışıyor. Neler hissettiğimi ben bile bilmiyorum. Beynimden aynı anda yüzlerce düşünce akıp geçiyor. SJPDP sokakları arasında yürüyorum. Hayalini kurduğum yerlerde, resimlerine bakıp iç çektiğim yerlerde ben de adım atıyorum. Sanırım en çok ağır basan hissim minnettarlık. Buraları görmeme yardımcı olan herkese, özellikle birine şükran borçluyum.

The Way filmini izleyenler buradaki sahneyi hatırlayacaklardır
Nereye varmam gerektiğini ise biliyorum. Gün sonunda Roncesvalles'e ulaşmam lazım. Pirenelerden geçerek 26 km yürüyeceğim. Çantamın, içinde yiyecek ve içecek olmadan ağırlığı 6.5 kg. Ancak onları da eklediğim zaman 8 kilo civarında. İnternette okuduğum yorumlarda genellikle vücut ağırlığınızın %10-12'si kadar ağır olsun çantanız, yoksa sorun yaşarsınız demişti insanlar. Şimdilik bir sıkıntım yok. Ancak su konusunda sıkıntım var. Planlamam olsa da, ne kadar içeceğimi bilmiyorum. Sabah da şişemi tamamen doldurmayı unuttum. En yakın çeşme Orisson'da, önümde gitmem gereken 8 km var...

Camino'nun işaretinin sarı ok olduğunu biliyordum. Ancak Fransa'da karşıma ayrıca kırmızı beyaz çizgiler de çıkıyor. Nereden gitmem gerektiğini güzelce tarif etmişler. Arkamda birkaç kişi var, önümüzdekini takip edelim diye aralarında konuşuyorlar. Oysa ki ben de ilk defa burada bulunuyorum...

Yeşilliğin ortasında
Saat 6.42: En büyük çekincelerimden biri ciğerlerimin sigaradan dolayı tıkalı olması. Nefes nefese kalır mıyım diye düşünmüyor değilim. Camino boyunca en zor geçecek günümün de ilk gün olduğunu çok kişiden duydum. Bir anda çok yüksek bir dağa tırmanmam gerekiyor. Şu anda yaklaşık saatte beş kilometre hızla gidiyorum. Ama ne kadar dik yokuş olacak, bu tempoyu daha ne kadar sürdürebilirim, bilemiyorum. Şunun farkına vardım, kaybolma düşüncesi tamamen kuruntuymuş. Kaybolmanın imkanı yok. Yol o kadar güzel işaretlenmiş ki, sadece bu işaretleri takip etmek yeterli. Haritama bakmaya ihtiyacım yok... İki dakika sonra ise, daha ilk yol ayrımında haritamı kontrol etmem gerekiyor! Yine de ana yolu takip etmek yeterli sanırım...

Yol tamamen asfalt. Ama etrafı yemyeşil şu anda. Yatağıma uzanıp Street View ile gördüğüm ile gerçek arasında dünya kadar fark var. Burayı gerçek gözle görmek lazımmış! Hissetmek, etrafa bakmak, kokusunu içime çekmek... Sonunda burada olduğumu gerçekten hissediyorum. Ayaklarıma sürdüğüm vazelin aklıma geliyor. Su toplamasından gerçekten korkuyorum. Bir sorun gözükmüyor şu anda.

Şimdilik bir sıkıntı yok
6.58: Daha yolun başındayım ve şimdiden bir şeye pişman oldum. Telefonumun kamerası fotoğraf çekmek için gerçekten çok güzel ancak, yine de gözümle gördüğüm ile çektiğim resim arasında etrafımdaki dağlar kadar fark var. Güzel bir fotoğraf makinesi alıp onu tam olarak kullanmayı öğrenmem gerekirmiş... Bu manzaralar inanılmaz.

Her yolculukta bir ritüelim vardır. Bağıra bağıra marş söylemeye bayılıyorum. Özellikle etrafımda benim dilimi anlayabilecek kimse yokken bunu dağlara karşı bağıra bağıra yapmak çok daha keyifli oluyor. Kendimi tribünde gibi hissediyorum!

Burası gerçekten çok farklı. Gelmeden neler yaşayabileceğimi duymuştum ama ilk farkına vardığım şey huzur oldu. Kendimle baş başayım şu anda ve inanılmaz mutluyum. Bu yol kesinlikle ama kesinlikle sadece yürümekten ibaret değil. Yolun en başından yürünmesi lazım bu ruhu tam olarak kavrayabilmek için. Yarısından başlanıp gidilebilir, Leon'dan 300 km de yürünür, Sarria'dan sonra 100 de... Ancak gerçekten yolculuğunu anlamak isteyen herkese SJPDP'tan 800 km yürümesini öneririm.
Tırmanışın ilk adımı

7.18: Buralara yerleşip, çiftçi olmak varmış. Neden olmasın? İnsanın ömrü uzar. Sadece tek ihtiyacım olan şey internet. Ama buraya yerleşip hiçbir şey yapmayacaksın. Bütün gün evde oturacaksın, bahçene çıkıp dışarıları izleyeceksin, geçen insanlarla muhabbet edeceksin. Artık yavaş yavaş yokuş tırmanmaya da başladım... Bir sorun yok ama terlemeye başladım. Sağımda Pireneler, solumda tarlalar, bir yandan da inekler. Her yer müthiş.

İlk aydınlanmamı da tam bu sırada yaşıyorum! Her yerde Koreli var! Dün iki Koreli ile beraberdim, şu anda da yolda kalmış bir tane daha gördüm, selam verdim. Ancak sanırım çoğu araştırma yapmadan geliyor. Buen Camino dememe rağmen yüzüme boş boş bakıp ne diyor bu ya bakışı attı.

Huntto'daki mola yerimden manzara
7.50: İlk molamı Huntto'da verdim. Hem dinlenmiş oldum, hem de terim soğudu. Üstelik daha Orisson'a varmama gerek kalmadan çeşme buldum! Bir kahve aldım, çok güzel bir manzaranın eşliğinde sigaramı içtim. Hava çok nemli, masama ne koyduysam anında ıslanıyor ve ayrıca yağmur yağacak gibi duruyor. Umarım yağmaz.

8.01 ilk kez asfalttan ayrılıp toprak patikaya geldim. Tam da istediğim yerdeyim. Doğanın içinde olmak, medeniyetten uzaklaşmak istiyorum. Patika benim için bunu simgeliyor. Bir yokuşu tırmanmaya başladım. 

Daha ilk gündeyim. Nefes nefese kaldım. Aşırı dik yokuşu tırmanmak ve nemli hava nefes almamı güçleştiriyor. Ter içinde kaldım. Ancak daha yola başlayalı iki saat yeni olmuşken, ikinci kere Camino'ya gelmeye karar verdim! Fransız Yolu'nun devamı nasıl olacak bilmiyorum ama Kuzey Yolu'nu da görmek istiyorum. Eğer burada çok eğlenirsem, Fransız Yolu'nu ikinci kere de yürüyebilirim. Ancak ne zaman olur, bunu hiç bilmiyorum... 

İlk kez asfalt yerini patikaya bıraktı
8.23: Hala yokuş tırmanıyorum. Patika yol yerini tekrar asfalta bıraktı. Dağların tepeleri sisle kaplı. Her tarafımda sis var. Arada benim gibi yürüyen peregrinolara rastlıyorum. Tişörtüm sırılsıklam oldu, saçımdan terler damlıyor. Yorgun değilim ancak yokuş çıkarken nefesim kesildi.

Aslında herkesten daha hızlı yürüyorum. Tempom iyi, sadece fotoğraf çekmek için arada duruyorum. Ayaklarım da çok iyi durumda. Artık yavaş yavaş yol düzleşmeye başladı. Sol tarafımda derin bir vadi var. Sağ tarafımda ise dağlar... Yine bir patikadayım. Hava sisli ve sıcak. 18-19 derece. Yine de ara ara esen rüzgar ferahlatıyor beni. Düz yolda yürümek kesinlikle daha rahat.

Orisson'daki albergue
8.33: Orisson'a ulaştım. Burası yolun başında çok zorlanıp da daha devam etmek istemeyenler için tek şans. Ancak yoğun dönemde yer bulmak sıkıntı olduğundan önceden rezervasyon yaptırılması öneriliyor. Küçük bir taş bina ve enfes bir manzarası var. Arkasındaki bahçede çadır kurmak isteyenler için de yerleri mevcut.

Çok uzun zamandır hayalini kurduğum bu yolu adımlamak inanılmaz bir duygu. Gurur, minnettarlık, başarmanın verdiği haz, sevinç, hepsini bir arada yaşıyorum. Üzüldüğüm bir nokta varsa eğer, şimdiye kadar yürüdüğüm yerleri bir daha kim bilir ne zaman göreceğim, ya da görebilecek miyim...

İnsanlar mı çok yavaş yürüyor, ben mi hızlı gidiyorum hala anlayamadım. Bu hızla (saatte 5 kilometre) devam edersem gün sonunu çıkarabilecek miyim bilmiyorum. Tecrübesizlik böyle bir şey işte. Daha önce hiç bu kadar uzun bir yürüyüşe hatta herhangi bir yürüyüşe çıkmadım. Yokuş çıkarken sigara içiyorum, yine de etrafımdakilerden daha hızlıyım.

Yollar sislenmeye başladı
8.47: O kadar yükseğe çıktım ki, yolun başında dağların tepelerinde gördüğüm sisin içine girmiş durumdayım. Görüş mesafem 30 metreye kadar düştü. Yine de yol o kadar güzel işaretlenmiş ki, önümü görmesem bile kaybolmama imkan yok.

Hala yokuş çıkmaya devam ediyorum. Demin bir aileyi geçtim. Sanırım çantalarını önden göndermişler. Birkaç Euro bedel ile, sırt çantanızı sonraki gün varacağınız yere postalayabiliyorsunuz. Otele ulaştığınızda çantanız da orada oluyor.

Evi aramayı denedim, telefonumda sinyal var ancak, bağlantı kurulamıyor. Pirenelerin tepesine doğru çıkmaya devam ediyorum. Burada da çekmesini bekleyemezdim zaten.

Bıraktığım resmim
8.58: Yoldaki bir tabelanın etrafına bırakılmış taşlar ve bu taşların üzerine insanlar tarafından bırakılmış eşyalar ya da resimler gördüm. Yanımda birkaç tane vesikalık fotoğrafım vardı. Ben de bir tanesinin arkasına adımı yazarak bu sunağa bıraktım. Ben de buradaydım, ben de buradan geçtim diyebilmek ve kendimden bir parçayı Pireneler'e bırakabilmek için... Belki de sonradan benim resmimi görenler, İbrahim de buradaymış diyecekler. Gerçekten de öyle oldu. Sonraki günlerde yolun başında tanıştığım Koreliler benim resmimi bu sunakta gördüklerini söylediler.

İnanılmaz mutluyum şu anda! Şarkılar söyleyerek ilerliyorum. Yol çok az eğimle yukarı çıkmaya devam ediyor. Sol tarafımdan güneş açmaya başladı. Yakında sisin dağılacağına işaret bu. Göreceğim manzaraları heyecanla bekliyorum! Sonunda burayı da gördüm. Blogum için Street View'da yürüyen birinin resmini çekmiş ve üst bannera koymuştum. Şu anda tam olarak o noktadayım. Her yer yemyeşil. Derin bir vadinin kenarından yürüyorum. Karşımdaki tepede ise otlayan yüzlerce (!) koyun var.

Dağın diğer tarafında çok daha fazla koyun vardı ancak
sis yüzünden fotoğrafta belli olmuyorlar
Önümdeki günlerde ne yaşayacağım, döndüğümde ne yapacağım diye düşünmek istemiyorum. Sadece anı yaşamak, etrafımdaki manzaraların tadına varmak amacım. Döndüğümde ne yapacağıma karar vermek yoldaki amaçlarımdan belki biri ama, şu an bunun için doğru zaman değil. O kadar güzel şeyler görüyorum ki, manzaraya dalıp gitmek haricinde bir şey istemiyorum. Dağların tepesi sisleri delmiş, etekleri ise gözükmüyor! Hayatımda gördüğüm en güzel manzaralardan biri bu...

9.28: Çok fazla durup mola vermeme rağmen üç saat içinde 15 km ilerledim. Kendim bile inanamıyorum buna. Gerçekten de spor ile alakası olmayan bir insan bu zorlu yolculuğu çok kolay bir şekilde yapabilir. Asfalt yol o kadar temiz duruyor ki, sanki yeni dökmüşler ya da üzerinden hiç araba geçmemiş gibi duruyor. Yine de her yarım saatte bir yanımdan bir araba geçiyor. Vadideki sis dağılmaya başladı. Bu alanda da koyunların otladığını görebiliyorum.

Pireneler'in tepesi hariç tüm vadi sis ile kaplı
9.41: Demin Antonio ile karşılaştım. Herkes aynı yolda ilerliyor ve bir kere görüştüğün bir insana bir kere daha rastlamak çok olası. Yanında İrlanda'dan Carol ve Avusturya'dan Constantin var. O anda belki bunu bilemiyordum ancak, bu üç insan benim yol boyunca sahip olduğum en yakın arkadaşlarım olacaklardı... Fotoğraf çektiğim için biraz yavaşladım. Önümden yürüyorlar şu anda, birazdan onları yakalayacağım.

Anı yaşamak, etrafındaki güzelliklerin farkına varmak insanın geçmişte yaşadıklarını düşünmesinden ya da geleceğini planlamasından çok daha güzeldir...

Yavaş yavaş en tepeye ilerliyorum
Burası benim hayatımda gördüğüm en güzel yer sanırım. Napolyon Rotası ile Pireneler'in tepesinden geçmek varken Valcarlos'tan gidilmezmiş...

9.57: Arkadaşlarımdan biri aklıma geldi. Her şeyi o başlattı aslında. Bir kere bana "Hadi, Interrail'e gidelim!" demesi ile oldu bunlar. Şu anda Camino de Santiago'yu yürümemde, bu değerli arkadaşımın bana yıllar önce hadi demesi inanılmaz etkili oldu...

Başka bir teşekkür de eski yol arkadaşıma gelmeli aslında. Tamamen iyi niyetli olarak söylüyorum bunu, eğer ki yollarımızı ayırmasaydık şu anda burada bulunamazdım. Pireneler'in üstünde bu ses kaydını alıyorsam eğer, onun da katkısı vardır...

Pireneler'in en yüksek noktalarından birinde Camino yolu
10.03: İnsan her gördüğü ile selamlaşabilir mi? Normal hayatta birisinin diğer insana hiçbir sebep yokken selam vermesi mümkün olabilir mi? Yolda her gördüğün insanla selamlaşıp iyi dileklerini iletebileceğin bir yer var mı? İşte burası öyle bir yer. İstisnasız herkes güler yüzlü, herkes mutlu, herkesin kendine göre bir amacı var. Ve herkes birbirine yardımcı olabilmek için elinden geleni yapıyor. Böyle bir şeyin olduğunu gelmeden önceki araştırmalarım sırasında çok okumuştum. Ama şu anda yaşayarak da görüyorum ki, buradaki insanlar çok farklı. Sanki başka bir evrenden geliyorlar...

Etrafımdaki yürüyen insanlara ya da şu anda yazıları okuyanlara çok fazla fotoğraf çekmem ve ses kayıtları almam komik gelebilir yolun keyfine varmayıp her anımı kaydetmem. Ama, sanırım bunun yeni farkına varıyorum. Benim aslında bir amacım daha var... Türkiye'deki Camino de Santiago'ya gelmek isteyen insanlara yardım edip nasıl bir şey olduğunu gösterebilmek. Belki 100 kişiden 99'u ne demek istediğimi anlayamayacak ama sadece 1 kişiye bile yardım edebilirsem, bu amacım gerçekleşmiş olacak.

Dünya ayaklarımın altında
10.17: Durum raporu: Bacaklarım iyi durumda ama yorgunluk da başladı. Gün boyu sadece 20 dakikalık bir mola verdim. Bunun haricinde 4 saattir aralıksız yürüyorum. Nadiren yanımdan arabalar geçiyor. Hala kahvaltı yapmadım. Sadece kahve, su ve bir tane de çikolata ile duruyorum. Enerji seviyemin ne durumda olduğunu bilmiyorum ama yine de kendimi iyi hissediyorum.

11.29: Antonio, Carol ve Constantin'i yakaladım. Beraber oturup yemek yedik. Bir tepenin üstüne arabası ile gelen biri yemek ve içecek satıyordu. Çimenlerin üstüne uzanıp hem muhabbet ettik, hem de dinlendik. Şu anda yürüyüşe beraber devam ediyoruz. Geriye sadece 8 km kaldı. Bizimkiler biraz yavaş yürüyorlar, keşke daha da hızlı olsalar... Artık yol aşağıya doğru gidiyor. Günün zorlu kısmı bitti bile.

Sol baştan: Antonio (İspanya),
Carol (İrlanda), Constantin (Avusturya)
11.55: Sanırım yolda selfie çubuğumu düşürdüm. Umarım yol boyunca geçtiğim köylerde yeni bir çubuk bulabilirim yoksa Pamplona'ya kadar çubuğum olmadan yola devam edeceğim...

12.54: Yaklaşık yarım saattir ormanın içindeki bir patikada ilerliyoruz. Etrafta yer yer sararmış otlar var. Yorgun değilim ancak acıkmaya başladım. Roncesvalles'e ulaşmamıza 2 km kaldı.

Günün kalan kısmında yaşadıklarım: 

En son ses kaydı yaptığımdan beri Roncesvalles'e ulaştım, albergueye yerleştim. Çok soğuk olacak sanırım. Battaniyeleri yokmuş. Hatta İspanya boyunca neredeyse her alberguede battaniye yokmuş. Yanıma uyku tulumumu almamış olmam beni çok zorlayacak.

Artık İspanya'ya geçtik
Başıma gelen ilk mucize burada oldu! Alberguede resepsiyona konulmuş kayıp eşya kutusu gibi bir kutu gördüm. İçinde de bir tane selfie çubuğu vardı ve benimkine çok benziyordu. Acaba benim midir diye düşünürken, "Kim bilir kaç kişi taşıyordur, hem zaten ben yolda düşürdüm buraya nasıl gelebilir ki..." diye aklımdan iç çektim. O sırada arkadaşlarım da bana kutudaki çubuğu gösteriyorlardı. Bunu duyan bir ses arkamdan omzuna elini koydu ve dedi ki: "O senin selfie çubuğun! Yolda buldum, seni daha önce çubukla resim çekerken görmüştüm ve senin çubuğun olduğunu anladım. 2 saattir insanlara seni soruyorum bulmak için ama bulamadım bir türlü. Buraya geleceğini bildiğim için de kutunun içine bıraktım." Olanlar karşısında ağzım açık kaldı. Birisi tanımadığı bir başkasına böyle bir iyiliği nasıl yapabiliyordu? Yaşlı İtalyan adama sıkı sıkı sarılıp teşekkür ettim ve bu anı asla aklımdan çıkartamadım...

Roncesvalles'e inen patika
Yataklarımıza yerleşip, duş alıp, kıyafetlerimizi yıkadık. Kalabalık olmanın güzel yanı. Dört kişi bir çamaşır makinesini paylaştık ve çok ucuza geldi. İşin güzel yanı ücretin içinde kurutma makinesinin de bulunmasıydı! Ardından Roncesvalles'in içinde atılan ufak bir tur ve barda dinlenme molası...

Akşam yemeğinde ilk kez Menu del Peregrino ile karşılaşmış oldum. Makarna, balık, patates kızartması ve meyveli yoğurt. İçecek olarak da şarap. Şu anda ses kayıdını alırken bahçede oturuyorum ve etrafımdaki insanlar ile konuşuyorum.

Roncesvalles'teki albergue

Bir süre sonra Kolombiyalı bir kız yanımıza geldi ve Koreli kızın yanında getirdiği ufak gitar ile bize bir konser verdi. Etrafta herkesin toplanıp bu anı yaşaması çok güzeldi. Ancak neden bilmiyorum, çok fazla kara sinek var ve inanılmaz rahatsız ediyorlar beni.

Saat 10 olduğunda artık yatma vakti gelmişti. Görevli konserin bitmesini bekleyip kapıları kapattı ve herkes de yataklarına dağıldı...



Bonus, Roncesvalles'te gitar çalan Kolombiyalı kız:




7 Eylül 2015 Pazartesi

Pamplona - Saint Jean Pied de Port

14 Temmuz 2015

Saint Jean Pied De Port kasabası - Fransa
Yılların hayali gerçeğe dönüşürse... Pamplona'dan Conda firmasına ait otobüsle Fransa'nın Saint Jean Pied De Port (SJPDP) kasabasına doğru yola çıktım. Yolda aracın arıza yapması canımı sıkan tek olay olsa da, 75 dakikalık gecikme, firmanın yeni otobüs göndermesi ile son buldu. Otobüste benim gibi bütün bu yolu yürüyecek olan 8 kişi vardı. Acaba kalabalık olur mu, yer bulabilir miyim gibi endişelerim vardı ancak boş koltukları gördüğümde şaşkınlığım yüzümden okunuyordu...

Otobüste tanıştığım Antonio, Granada - Andalucia'dan gelen bir İspanyoldu. Sonraki üç günümü onunla beraber geçireceğimden ise o sırada haberim yoktu. Ayrıca tanıştığım iki Koreli kız ve başka bir İspanyol kız ile Santiago'ya doğru yol boyunca sık sık karşılaşacak ve muhabbet edecektim. Sadece 17 yaşında, neden yürümüyorum ki diyen bir Alman kızı daha ilk günden kaybedecektim.

Eşek ve köpek ile beraber yürüyen hacılar
Bu yolda herkesin temposu kendine göre ve herkes kendi yolunu yürüyor. Daha en başından hedefimi koymuştum. Tek başıma gidecektim. Yanıma birisi gelse de, bir süre sonra yalnızlığı tercih ettiğimi söyleyecek ve yanımdan uzaklaştıracaktım. Nitekim de öyle oldu. Çok fazla arkadaşım oldu ancak toplamda sadece beş günümü başkaları ile yürüyerek geçirdim.

Otobüsün arıza yaptığı yer tesadüfen Camino'nun geçtiği bir noktaydı. Daha öncesinde yürüyen hacıları görmeme rağmen ilk kez eşek ile burada karşılaştım. Yaptığım araştırmalarda insanların at ile yürüdüklerini duymuştum ancak eşek görmek garip gelmişti. Gerçekten de yolun sonuna kadar da bu şekilde devam etti. 6-7 farklı yerde eşek görmeme rağmen hiç at ile yürüyene karşılaşmadım.

SJPDP hac bürosu ve pasaportum
Yeni otobüs gelmişti ve artık Saint Jean'a doğru ilerliyorduk. Manzara o kadar güzeldi ki, her yeri görebilmek için etrafıma pür dikkat bakıyordum. Roncesvalles'e geldiğimizde yeni biri daha bindi otobüse ve varış noktamıza doğru ilerlemeye başladık. Tabelalardan, geçtiğimiz yolun Valcarlos Yolu olduğunu anlamıştım. Daha önce pek çok sefer haritadan ve Google Street View'dan burayı kontrol etmiştim. SJPDP'tan Roncesvalles'e giden iki rota vardı. Napolyon ve Valcarlos. Otobüsten gördüğüm kadarıyla seçimimi doğru yapmıştım. Napolyon'dan gidecek ve Pireneler'in tepesine çıkacaktım.

Şehre indiğimizde ilk işimiz hac bürosunu aramak oldu. İnsanlara sora sora yerini bulduk ve Camino de Santiago boyunca yanımdan eksik etmeyeceğim hac pasaportum ve deniz kabuğumu buradan aldım. Ofiste gönüllü olarak çalışan Bernard, İngilizce'sinin olmaması nedeniyle Fransızca konuştu. Bana fazla yardım edemese de, zaten anlattığı her şeyi biliyordum ve gösterdiklerinin ne olduğunu o daha anlatmadan cevap veriyordum. Hayatımın en büyük amacı uğruna uzun süre araştırma yapmıştım.


Akşam yemeğim
Hac bürosunda işimiz bittiğinde Antonio kendine büroda bir albergue ayarlamıştı. Koreli ve Alman kızlar başka bir albergueye yerleşmişti. Benim ise önceden rezervasyonumu yapıp parasını verdiğim bir yer vardı. Akşam yemeği için sözleşip kendi yerlerimize dağıldık.

Kaldığım albergue olan Gite Ultreia, şehirdeki en ucuz yer olmasa da gayet rahattı. Ayrıca, SJPDP'ta kalacak yer bulmak o kadar kolay olmadığı için internetten daha oraya gitmeden rezervasyon imkanı da sunuyordu. Yolun başından sonuna kadar da bir albergue için verdiğim en yüksek fiyat olan 17 Euro'yu buraya vermiştim. Sıcak duş ve dört kişilik temiz bir oda.

Yıkanıp ertesi gün giyeceğim kıyafetlerimi hazırladım, çamaşırlarımı yıkadım ve dışarı çıkmak için hazırlandım. Kızların kaldığı otelde buluşacaktık. Antonio ise gelmemişti. O olmadan akşam yemeğine gittik ve yolculuğun öncesinde kendimi şımartmak için güzel bir yemek sipariş ettim. Yol boyunca ara sıra bunu tekrarlayacaktım.

Otobüste tanıştığım arkadaşlarım
İçkilerimizi Camino için kaldırdık ve yemek boyunca muhabbet ettik. İnsanların sadece Camino'nun ne olduğunu duyup, neden gitmiyorum ki deyip geldiklerini ilk kez burada öğrenmiştim. Oysa ki bir ay boyunca yürüyeceklerdi ve karşılarına çıkacak şeyleri hiç mi merak etmiyorlardı. Hiç bilgi edinmeden yola çıkma düşüncesi bana garip geliyordu ancak bu onların düşüncesiydi. Sonrasında pek çok arkadaşımın da bu şekilde yürüdüğünü öğrendim ancak benden çok daha fazla bilgisi olan insanlarla da karşılaştım.

Yemeğin ardından şehirde ufak bir tur yaptım. Ne de olsa burayı görmek için yanıp tutuşuyordum. Ancak o kadar ufaktı ki, yarım saat geçmeden tüm sokakları dolaşmıştım. Artık vakit geliyordu, kalacağım albergueye gidip dinlenmem lazımdı.

Backpackim Osman,
nazar boncuğum ve
deniz kabuğum
O akşam erken uyumam gerekiyordu, saat 10'da yatağıma uzanıp gözlerimi kapattım ancak şansıma 14 Temmuz, Fransız Devrimi'nin yıldönümüydü ve şehirde konser vardı! Müzik sesi yüzünden uyumak imkansızdı. Neyse ki yanımda kulak tıkaçlarım vardı ve biraz olsun işe yaradılar. Garip olan ise, Fransız Devrimi'ni kutlarken çalınan şarkıların hepsinin İngilizce olmasıydı...

Bir süre sonra sızmıştım bile. Ertesi gün büyük gündü. El Camino de Santiago benim için resmen başlıyordu...

5 Eylül 2015 Cumartesi

Pamplona San Fermin Festivali

Pamplona - San Fermin Festivali
Bembeyaz kıyafetlerin, kırmızı fularların şehri Pamplona... Tamamen tesadüfi olarak San Fermin'in son gününde Pamplona'da olacağımı öğrenmemle birlikte aşırı heyecanlandım! Yıllardır bu festivalde olmak istiyordum ve şans benim yanımdaydı. Boğaların koşuşunu kaçırsam da, şehrin festival atmosferini yaşamak için birkaç saat bulabildim.

Sabahın erken saatlerinde boğaların koşuşundan, gecenin ilerleyen saatlerinde herkesin sarhoş olduğu ana kadar devam eden San Fermin'e gelmeden önce, hakkında birkaç şey duymuş ve inanmamıştım. Şehirdeki dükkanların bir yılda yaptıkları cironun aynısını bir haftalık festivalde yapmaları, katı kıyafet kuralı ve istisnasız herkesin sarhoş olması gibi. Ama gelip gördükten sonra tamamen doğru olduğunu fark ettim.

San Fermin sırasında Pamplona
sokakları
Şehir festivalle birlikte o kadar kalabalıklaşmış ki, yoğun olmayan öğlen saatlerinde bile adım atacak yer bulmak zorlaşıyor. Dünya'nın dört bir yanından gelen turistler, yerliler ile karışıp etrafta festivalin kıyafetleri ile dolaşıyor. Bütün şehir sanki anlaşmış gibi sadece beyaz kıyafet ve kırmızı fular ile dolaşıyor.

Kalabalık bu kadar fazla olunca tabi şehir esnafının da yüzü gülüyor. Ancak esnaf da fırsattan çok iyi istifade ediyor. Şehir, festival zamanında o kadar pahalı ki, normal fiyatların iki katını vermeye razı olmak zorundasınız. Tabi her yer aynı değil... Büyük marketler ve pazarlarda fiyat açısından çok da fazla bir değişiklik olmuyor.

Şehirdeki boğa arenası

Özellikle otellerin pahalı olması sebebiyle, sokakta yatmak isterseniz, geçip bir köşeye kıvrılın. Pek çok insan da bunu yaptığı için bir sıkıntı olmayacaktır.

Adım atacak yer yok
Pamplona, normalde büyük bir şehir olsa da, festival şehrin kısıtlı bir alanında yapılıyor. Gezmek isteyenler yürüyerek birkaç saat içinde bu alanı bitirebilirler. Tüm eğlence de bu alanın içinde. Sokak sanatçıları, bandolar, muhabbet edip içkilerini yudumlayan insanlar...

Festivalin gece nasıl olduğunu görmesem de, görünen köy ve kılavuz kadar açık her şey. Biralar, tintolar, sangrialar havada uçuşuyor. Buna rağmen şehrin temizliği beni inanılmaz şaşırttı. Görevliler o kadar çok çalışıyor ki, inanmak mümkün değil. Yerel bir eczacı bunun sebebini açıkladı: "Bizim için her şey turistlerden ibaret. Eğer başına bir şey gelirse sen bir daha gelmezsin, arkadaşlarına da söylediğinde onlar da gelmezler. O zaman da para kazanamayız."

Beraber çekildiğimiz selfie
Eğlenmek mi? İstediğiniz her yerde. Suratı asık insan görmek imkansıza yakın. Şehirde selfie çekerken arkamdan gelip fotoğrafa giren üç Fransız, hallerinden o kadar mutluydu ki anlatamam. Bir süre kendileri ile vakit geçirdim, Türk olduğumu duyduklarında yüzlerindeki şaşkın ifadeyi anlatamam.

San Fermin'in esas özelliği olan boğa koşusu ve gece eğlencesini göremesem de, keyifli birkaç saat geçirdim. Şu anda Saint Jean Pied de Port'a giden otobüsten yaşadığım ve gözlemlediğim olayları yazıyorum. Sırada, seyahatimin en büyük amacı olan Camino de Santiago var.

Şehirde dolaşan bandonun vidyosu:

3 Eylül 2015 Perşembe

Madrid İzlenimleri

Beni evinde ağırlayan arkadaşım
Nacho ile Madrid sokaklarında
Madrid'i başlangıçta sadece havalimanını kullanıp, eski bir arkadaşımı görüp, ertesi gün Pamplona'ya gidene kadar vakit geçirebileceğim bir yer olarak görüyordum. Ancak bundan çok daha fazlası varmış. Şehirde sadece yarım gün geçirmiş olmama rağmen, bütün bir yazıya sığabilecek kadar çok izlenim edindim. Sadece esas yerleri görebildiğimden, bu yazıyı bir şehir rehberi olarak görmeyin. Yine de aklınızda bir fikir oluşmasına yeterli olacaktır.

Öncelikle, şehir yürüyerek gezilebilecek kadar ufak. Hiç değilse önemli yerleri bu şekilde görebilirsiniz. Güzel bir planlama ile kısa yollardan tüm tarihi meydanları ve binaları sırasıyla gezebilirsiniz. Yine de bu çok fazla vaktinizi alacak! Neden mi? Her yerde görülmesi gereken bir heykel, tarihi bir yapı, meydan, sanat eseri var.

Park El Retiro'nun içindeki yapay göl

Madrid - Park El Retiro
Merkezde neredeyse hiç yeni bina görmedim, ayrıca sayısını bile hatırlayamadığım kadar çok meydana gittim. Geniş caddeler, planlı şehirleşme, çok fazla sayıda park olması ve her bir köşeye ağaç dikilmesi ilk anda göze çarpanlar. Arkadaşıma neden bu kadar eski bina olduğunu sorduğumda, "Gerçek anlamda Madrid hiç savaş görmedi, bu yüzden binalar hiç yıkılmadı." dedi. Eski binaların yanında şehirde tarihi karakterlerin çok sayıda heykeli var. Ayrıca heykel gibi süslenmiş sokak sanatçıları da... Şehirliler bu duruma çok alışık gözükse de, bu sanatçılar turistlerin ilgi odağıydı. Biraz dikkatli bakınca yaptıkları hileleri farketmemek elde değil.

Sokak sanatçıları
her yerde
İnsanlar buluşmak için bu sayısız meydanlardan ya da parklardan birini tercih ediyor. Parklar yakın arkadaşların buluşup çimenlere uzanıp muhabbet etmesi, vakit geçirmesi için ideal. Ayrıca spor yapanlar, ip üstünde yürüyenler, buluşup müzik çalanlar da cabası. Gençlerin ise buluşma yerleri, meydanlar ve bu meydanlardaki kafeler. Bu kafeler caddelerin üzerine konulmuş birkaç masa ve sandalyeden oluşuyor ve hepsinin üstünde tente var ancak en önemlisi; sadece 1 Euro'ya her türlü içeceği alabiliyorsunuz! Ayrıca çeşidine göre fiyatı değişse de, 1-2 Euro arasında tapas da bulabilirsiniz.

Ayrıca insanların rahatlıkları da imrenilecek seviyede. Bizdeki gibi sokakta yürürken kavgaya tutuşma, neye bakıyorsun sen birader deme, sevgiliyle yan yana oturursam acaba bir tanıdığı görür mü gibi bir olay Avrupa genelinde olduğu gibi burada da yok. Herkes kendi halinde.

Madrid Almudena Katedrali

Parklarda ip üstünde
yürüyen gençler
Denize uzak olsa da, Akdeniz insanlarının sıcakkanlılığını ve rahatlığını kesinlikle gösteriyorlar. Hatta başıma çok garip bir olay geldi. Turistler bile bu sıcakkanlılıktan nasiplenmişler. Havalimanından şehire gitmek için metro biletini alacak yer arıyordum. Bu sırada yanıma bir turist yaklaştı, bilet aradığımı farketti ve bana kendi biletini verdi! "Al bunu kullan, gün boyu geçerli bilet almıştım, kullanmaya fırsatım olmadı, şimdi de gidiyorum artık, senin olsun." diye uzattı. Bu hareketi beni inanılmaz duygulandırsa da, iyi niyetiyle bana verdiği bilet sonradan öğrendiğim kadarıyla sınırlı kullanımlıymış. Benim metroya binebilmem için yetmedi. Yine de bunu düşünmesi bile yeterliydi.

Atocha Tren Garı'nın içindeki orman
Sıcakkanlılık demişken, şehir inanılmaz sıcaktı! Arkadaşım bu sıcaklığın normal olduğunu söyledi. Gecenin 12'sinde dışarıda olmama rağmen terliyordum. Ne kadar sıvı tükettiğimi anlatmama gerek yoktur sanırım. En son metroda dili dışarıda dolaşan deve gibiydim ve 'suuu' diye ağlıyordum.

Bu sıcaklığın sebebi şehrin coğrafi konumu. Okyanustan gelen serin rüzgarlar var ve iki dağın arasında kurulmuş bir şehir olmasından dolayı yağmur da alıyor. Ayrıca merkezde her yerin yeşil. Ancak buna aldanmayın. Şehrin dışına çıkıldığı anda çöle benzeyen savanlar başlıyor. 

Madrid şehrinden bir manzara
Şehrin simgesi olan ayı
Sabahın erken saatlerinde artık Madrid'den ayrılıyorum ve bu yazıyı Pamplona'ya giden trende yazdım. Ağaç olayını o kadar abartmışlar ki, tren istasyonunun içinde bile resmen bir orman vardı. Ayrıca Camino'ya gitmek üzere yola çıkan iki kişi gördüm. Birisi şu anda tam çaprazımda oturuyor ve ikimizde de aynı rehber kitap var.

Son olarak, İspanya'nın tren şirketi olan Renfe'ye gerçekten hayranım. Hayatımda ikinci kere Renfe ile seyahat ediyorum ve yine herkese hediye olarak kulaklık verdiler.